İsimlerin Tespiti:
Eski bir kavmin yurdunu ve milliyetini bulmak için, tarihî açıdan yaşadığı kesin ki-şilerin isimleri ile o kişilerin meskûn bulundukları mahallin isimleri arasındaki veya iki ayrı kavmin lisanı arasındaki ya da kişilerin ve ilahlarının isimleri arasındaki bağlantıyı çözmemiz gerekir.
Kişilerin isimleri ile yaşadıkları yerlerin isimleri arasındaki benzerlik, o kavmin ülkesinin ismini tahkik etmemize imkân sağlarken, iki farklı milletin dili arasındaki uyum da, onların ortak kökten geldiğini gösterir. İlk araştırma usûlü, bilhassa Sâmî şehirler söz konusu olduğunda gayet faydalıdır.
Çünkü Samî ırklar umumiyetle şehir ve köylere, orada yaşayan insanların isimlerini vermektedirler. On sekizinci asrın ortasında Historical Geography of Arabia isimli eseri kaleme alan John Forster, bazı durumlarda vardığı neticeler sadece farazî ve tenkitlere açık da olsa, bu kaideyi başarıyla kullanmıştır.
3. İsim ve Lisanlarda Uyum: Her milletin kendine has özel isim biçimleri bulunmaktadır. Hindular, Müslümanlar, Yahudi ve Hıristiyanlar, mensuplarına kendilerine has isimler verirler. Bundan dolayı, iki ayn toplumda birbirine benzer isim ve yer adlarına rastla- dı^mız zaman, bu iki toplumun, aynı milletin alt şubeleri olduğunu farzedebiliriz. Aynı şekilde, iki kavim arasındaki din benzerliği ve lisan yakinlığı, onlann ortak bir kökenden geldiğine şehâdet eder.
Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar:
(1) Ad, Semûd, Sebe, Cürhüm vs. çoğunlukla şahıs adları olarak farzedilse de, gerçekte bu isimler kabi- le ya da kavim isimleridir. Meselâ, ilk Arap krallığının Sebe tarafından kurulduğunu duyduğumuz zaman, bunun anlamı o krallığı "Sebe" ismini taşıyan herhangi bir şahsın değil, Sebe kabilesinin fertlerinin kurduğudur. (Arapça'da aidiyet tamlamasının ilk kısmı genellikle atıldığından "Sebe" kelimesi "Beni Sebe", yani Sebe oğulları tamlamasının yerini almaktadır.) Aynı şekilde, Ad'ın bin yıl yaşadığını öğrendiğimizde, bu, bu ismi taşıyan bir ferdin değil, Âd kavminin bin yıl yaşadığı manasına gelmektedir.
(2) Zamana bağlı olarak meydana gelen değişikliklerden dolayı bazı isimler, değişik lisanlarda farklı bi-çimler almış olup, bu durum bizi, bu isimlerin farklı kişilere işaret ettiği hatasına düşürebilmektedir. Aynı isimleri Arapça, Yunanca ve diğer Avrupa lisanlannda bulunduklan şekliyle kıyasladığımızda, geçirdikleri değişimleri görüp şaşkınlığa uğrarız.
Kur'an-ı Kerîm'de zikredilen eski kavimlerin isimleri bir yana, nisbeten yakın zamanlarda yaşamış Müslüman felsefeci ve düşünürlerin isimlerinin bile değişip Avrupa lisanlannda görünüşte asıllarıyla hiç bir benzerlik arzetmeyen bi-çimlere girdiğini görmekteyiz; mesela, Avrupa lisanla-nnda Ebu Ali Sina "Avicenna", İbni Rüşd "Averrhoes", İbni Heysem "Alhazem" ve Ebu Kasım "Albucasis" bi-çimlerini almıştır. Aynı şekilde İbranice'deki "Yoktan" Yunanca'ya "Joktan", Arapça'ya da "Kahtan" ve yine İbranice "Yerah", Yunanca'ya "Jerah", Arapça'ya da "Ya'rub" biçiminde girmiştir. Bunun gibi misaller daha da çoğaltılabilir.
Seyyid Muzafferüddin Nedvı
Araplar, çok eski bir kavim olmalarına rağmen, tarihlerine dair bilgimiz sınırlıdır. Genel eğilim, Arapları bir "saf', diğeri "karışık" olmak üzere iki gruba ayırma yönündedir. Birinci grubun soyu (Tekvin 10'da Eber'in oğlu olarak bahsedilen) Yoktan veya Kahtân'a, ikinci grubun soyuysa Hz. İbrahim'in Mısırlı hanımı Hacer'den doğan Hz. İsmail'e dayanmaktadır.
Arapların geçmişteki ihtişamlarına ve tarihlerine ait eserler klâsik kaynaklarda olduğu kadar Eski Ahit'te de mevcuttur. Bu referanslar uzun süren arkeolojik araştırmalarla doğrulanmıştır. Ayrıca, modern Avrupa edebiyatında da Arapların güzel koku ve baharatlarından bahsedilmektedir; meselâ Shakespeare, "Arabistan'ın bütün kokulan bile bu küçük eli tatlandır-maya yetmez!" derken Milton şu mısrâları kaleme almıştır: ... denizde uçurup dururken kuzeydoğu rüzgârları, Sebe kokularını baharatlı sahilinden Kutsal Arabistan'ın.
Arabistan, Hristiyan takvimine göre 7. asrın başında, ortaya çıkışından itibaren bir asır içinde dünyanın o tarihte bilinen coğrafyasının büyük bir kısmına yayılan ve şimdilerde dünya nüfusunun altıda birini oluşturan İslâm'ın doğduğu ve kutsal kitabı Kur'ân-ı Kerîm'in indiği yer olması hasebiyle büyük bir önem kazanmıştır.
Kur'ân, Washington Irving'in deyimiyle; "Sade, yüce ve merhametli kurallar ihtiva ederken, Steingass'a göre, "Şimdiye kadar yazılan en mükemmel kitap"tır. Goethe'nin deyimiyle, "Hayret uyandıran ve bizi saygı duymaya zorlayan" bir kitap, Hirshfeld'in sözleriyle ise, "İkna gücü, açık ve düzgün ifadesi ve hatta kompozisyonu bakımından ulaşılmaz"dır.
Hidayet GÜLTEKİN