E. Glaser ve F. Hommel, Mâin krallığının M.Ö. 16. asır veya daha öncesinde kurulduğunu, Sebelilerin kuzeydeki yurtlarını terkedip Minalıların topraklarını ele geçirdikleri 10. asra kadar da varlığını sürdürdüğünü söylemektedirler.61 Biz bu devri biraz daha geriye götürüp Ad kavminin yok olduğu M.Ö. 18. asırdan başlatarak Sebelilerin yükseliş dönemini yaşadıkları M.Ö. 11. asra kadar getirmekteyiz. Bu sûretle de, sözü fazla uzatmadan eski Yemen tarihindeki tüm bağlantıları elde etmiş durumdayız. Üstelik, bu görüş esasta arkeolojik keşiflerin sonuçlarıyla da çelişmemektedir. Minalıların lisanı ve tanrıları Sebelilerinkinden farklı olup, Babillilerinkini andırdığından, bu kavmin ilk Sami Araplardan hayatta kalanlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Lihyânîler
ralannda İbn-i Haldûn'un da bulunduğu Arap tarihçileri, Cürhümîlerin bir kolu olan Benî Lihyân (Lihyânîler) isminde başka bir kabileden bahsetmektedirler.62 Yakın bir tarihte Kuzey Arabistan'daki el-'Ulâ şehrinde, Sebe ve Nabatî kitâbeleriyle birlikte başka bazı kitâbeler bulunmuş olup, bu kitabelerden biz, Lihyânîlerin Kuzey Arabistan'da Suriye sınırında, bilhassa el-'Ulâ civarında meskûn oldukları neticesini çıkarmaktayız. Lihyânî lehçesi, Güney Arabistan Mina lehçesini andırmakla kalmamakta, ondan doğmuş izlenimini vermektedir. Arkeoloji uzmanlarına göre, Lihyanîler, Mina ve Sebe devletlerinin çöktüğü M.Ö. 6. asırla Nabatîlerin kuv-vetlendiği M.Ö. 4. asır arasında Kuzey Arabistan'da iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Lihyânî kitâbeleri pek okunaklı olmasa da, İran'ın Mısır ile diplomatik münasebetlere sahip bulunduğu devre (M.Ö. 6. asır) ait oldukları tartışmaya yer bırakmayacak bir gerçektir. Bu yüzden, İranlıların Mısır'ı işgali ile bağlantılı olarak Herodot'un (ö.: M.Ö. 206) bahsettiği Arapların, söz konusu ülkelerin sınırlarında yaşayan Benî Lihyân olması ihtimal dahilindedir.
Benî Lihyân, Mısır ile İran arasında yaşamıştı. Araplar ile İranlılar arasındaki münâsebetleri anlatan Herodot, Arapların her yıl İran İmparatoruna, bir vergi veya cizye mahiyetinde değil de i^niyet işareti olarak -çünkü Ahaplar hiç bir zaman yenilgiye uğratılarak topraklan işgal edilmemiştir— büyük miktarda ıtır gönderdiklerini söylemektedir.
Takibeden metin, Encyclopredia of İslam'dan alınmıştır.
"Herodot'un M.Ö. 525'te bahsettiği 'Arapların Kralı' (Herod 3,4), çok büyük bir ihtimalle, Pliny'nin Akabe Körfezindeki başkentleri Agar (Hagar-Hacer)'den söze- dip, Euting'in, hem şekil hem de muhtevâ olarak İran devrine işaret eden kitabelerini, Mina ve Nabatî kitâbeleri ile yanyana el-'Ola [el-'Ulâ] bulduğu Lihyanî kavminin başındaki bir hükümdardır. Bütün bulgular, bu Lihyânîlerin Mina-Sebelilerin Kuzey-batı Arabistan'daki halefleri ve Nabatîlerin selefleri olduğu, bu yüzden de M.Ö. 500 ile 300 tarihleri yaşamış olmaları gerek-tiğini söyleyen görüşü desteklemektedir." 63
"D.H. Muller'e göre bunların en eskileri, Lihyan kitabeleridir. ... bu, bütün Güney Arabistan yazısının en eski biçimi olup, eski Sami yazısı ile Sebe yazısı arasındaki bağlantıyı temsil etmektedir. ... Bunlar, en çok el- 'Ola bölgesinde bulunmaktadır." 64
İran İmparatoru Kambises, M.Ö. 525'te Mısır'a saldırmaya niyetlendiğinde, Arapların (Benî Lihyân'ın) desteğini almak lüzûmunu hissetmişti. Bu münasebetle Herodot şunları yazmıştır:
"Fakat o tarihte su yetersiz olduğundan, Halikar- naslı yabancının tavsiyesi üzerine Kambises, Araplara elçi gönderdi ve karşılıklı sadakat ahdiyle antlaşıp geçiş güvenliği rica etti. Araplar, tüm diğer halklar gibi ahid- lerine sıkı sıkıya bağlı bir kavim olup, bu ahdi şu şekilde gerçekleştirirler: Bir grup insan, sadakat ahdi yapmak istediğinde, iki taraf arasında üçüncü bir kişi durur ve keskin bir taşla her iki muahidin de işaret parmağının olduğu noktadan avuç ayasını keser; sonra her birinin elbisesinden biraz hav alıp, aralarına yerleştirilmiş yedi taşa avuçlarından akan kanı sürer. ... Böylece Araplar, Kambises'ten gelen elçilerle ahidleştiklerinde, şu planı benimsediler: Kestikleri develerin derilerini suyla dolduran Araplar, bunları canlı develere yüklediler. Akabinde develeri sözleşilen yere sürüp burada Kambises'in ordusunu beklediler. Bu, aktarılan rivayetlerin en güveniliridir." 65
Pliny, "Liyâniin" adında Akabe Körfezi kıyısında yaşayan başka bir kabileden bahsetmektedir. Bazıları bunları "Lihyânin" (veya Benî Lihyan) ile bir tutmuşlardır. Fakat kanaatimizce bunlar 'İlâniin (Akabe sâkinleri) kabilesidir, çünkü Kabe'nin eski ismi 'İlah ve 'İlânah'tı. Yahudi ve Yunanlıların kitaplarında aynı isme rastlanmaktaysa da, o tarihte Benî Lihyân henüz mevcut değildi. Diğer taraftan Arabistan'da, Hz. İsmail'in soyundan gelen ve İslâm'ın geldiği devirde Necd yakınlarında yaşamakta olan "Benî Lihyân" isminde başka bir kabile daha vardı. Müslümanlar, bu kabile ile bir defasında savaşmak zorunda kalmışlardır.66