Aşağıda Arap tarihçiler tarafından Cürhüm hükümdarlanna dair aktarılan rivâyetleri dikkatinize sunuyoruz:
"İlkin, Amer Cürhümî'nin oğlu Medâd hükümdar oldu. Sumida adlı rakip bir aday ona savaş açıp yenildi. Akabinde o Suriye'ye gitti ve orada Âmâlıkların hükümdarı oldu. Medâdın yerine oğlu Hâris, onun yerine de oğlu Amar geçti. Ardından Mu'tasım bin Talîm, Havâs bin Cahş bin Medâd, Adâd bin Dedâd bin Cendel bin Medâd, Fahas bin Adâd ve en son olarak Hâris hükümdar oldular. Hâris, son Cürhüm hükümdarıydı ve onun hükümdarlığı sırasında isyankârlık ve fesatlıkları yüzünden Cürhümî kabilesinin tamamı tarihten silindi."
Araplara göre İsmail (a.s.) Cürhümlü bir hanımla evlenmişken32 Eski Ahit'e göre hanımı bir Mısırlı idi.33 Bu farklılık, gerçekte, sathîdir. O tarihte Samilerin (ilk halkası) Mısır'ı elinde tutmakta olup, Mısırlılarla münâsebetleri mevcuttu. Bu yüzden, İsmail (a.s.)'ın Mısırlı bir hanımla evlendiğini söylemek ile, onun Sami kavimlerden biri olan Cürhüm kabilesinden bir hanımla evlendiğini söylemek aynı hadisenin iki farklı aktarılışından başka bir şey değildir. Bu iki ifade arasındaki zıtlık, sadece görünüştedir.
Kâbe'nin İsmailoğullan ve Cürhümîler tarafından inşâına, İslâm öncesi Arap şairleri tarafından da atıfta bulunulmuştur. İslâm öncesi Hristiyan Arap şair Zu- heyr bin Selma şöyle der: "Etrafında insanların döndükleri ve Kureyşlilerle Cürhümîlerin inşâ ettikleri Ev'e yemin ederim ki!" Pliny, "Çarmai" isimli bir Arap kabilesinden bahsetmektedir. Bu, Cürhüm isminin bozulmuş şekli olabilir.34 İslâm'ın gelişinde Cürhümîlerin bir güç olarak varlıkları sona erişti, fakat bazı mensuplarına şurada burada rastlanmaktaydı. Ubeyd bin Şarîh isimli bir Cürhümî o tarihte Yemen'de yaşamaktaydı. Hz. Pey- gamber'in huzurunda Müslüman olduğu söylenen bu zât, Muâviye'nin devrine kadar yaşamıştır. Eski kavimlerin tarihi hususunda çok bilgili olduğundan Muâviye onun sözlü nakillerini kayıt altına aldırmış- tı.35 Hicrî üçüncü asırda İbrahim bin Süleyman Kûfi adında bir tarihçi, Ahbâr-ı Cürhem adıyla, bu kabilenin geçmişine ışık tutan bir eser telif etmiştir.
Tasm ve Cedis
Eski zamanlarda, Basra Körfezi kıyısındaki, YeT nıame, Bahreyn ve 'Umân şehirlerinde Ad kavmi soyundan gelen, Tasın ve Cedis kabileleri yaşamaktaydı. 37 İlk zamanlar, iktidar Tasın kabilesindeydi. Fakat Tasmların sefih ve zâlim hüküm-darı 'Amlûk, kötü idaresiyle Cedis kavmini öfkelendirdi. Sonuçta Cedisliler ayaklandıklarında, Tasın kabilesi Yemen hükümdarından yardım talebinde bulundu.
Yemen hükümdarı da bunu fırsat bilip ülkeyi işgal ederek kendi topraklarına kattı. 38 Arap tarihçileri, bu işgalci Yemen kralının "Tubba' Hisân" olduğunu söyleseler de bu kesinlikle yanlıştır. Tarihçiler, bir taraftan bu iki kabilenin Aram'ın soyundan geldiğini ve M.Ö. 4000 ile 3000 tarihleri arasında en şaşaalı devirlerini yaşadığını savunup, diğer taraftan Hz. İsa'dan sadece bir asır önce yaşamış Yemen hükümdarlarını onların muasırı olarak göstererek büyük bir hataya düşmektedirler.
Yunanlı müelliflerin Jolistai ismiyle bahsettikleri Arap kabilesinin büyük bir ihtimalle Cedis kabilesi olduğu belirtilmektedir. Tasm kabilesinin tarihten silinişi Araplar arasında öylesine meşhur olmuştur ki, Tasm kelimesi zamanla Arapça'da "yok oluş" mânâsına gelmeye başlamıştır.
İslâm öncesi Arap şairlerinden Selmâ bin Rebî'a şunları söylemektedir: "Zaman değirmeni, Tasın kabilesini, Yemen hükümdarı Zacdûn'ü, Câş ve Ma'rib kavimlerini ve Lokmân'ın kabilesini öğütmüştür." Bu sıralama, Tasmlann, Sebe kabilesinden (Ma'rib halkı) İkinci Ad kavminden (Lokman Pey-gamberin kabilesi) önce yaşadığını göstermektedir.
Yemâme (eski adıyla "Cava"), daha çok başkenti Hicr veya Kariye'nin ismiyle bilinir. Eski Arap lehçeleri konusunda uzman olan Hemdânîye göre, bu iki kelime (Hicr ve Kariye) aynı anlama, yani kasaba-şehir anlamına gelmekteydi.
Eski Arapça'da ilki (yani Hicr) rağbet görürken, sonralan ikincisi (Hicr ile anlamdaş olan Kariye) onun yerini aldı. Yemâme'deki bazı antik binaların kalıntılar, İslâm döneminde de varlığını korumuştu. Yunan ve Romalı coğrafyacılar, Basra Körfezi kıyısında veya Yemen'de, birinin adı "Gerra", "Gerrai" ya da "Gerrha", diğerinin ise ""Agraic" olduğunu söyledikleri iki Arap şehrinden bahsetmektedirler. Roma ve Yunanlılar, Arap tacirleri anlatırken yukarıdaki iki şehrin halkını bilhassa zikretmektedirler, çünkü bunlar Hindistan ticaretinde önemli bir yere sahiptiler.