Encümenin bazı şairlerini de bu yanlış ve bu son beklemektedir:
Eski yolu terk ile kühen-sâl olan azmaz Unvân-ı nev-îcâdı kalem çatlasa yazmaz diyen Eşref Paşa ile pek çok noktada birleşen Kâzım Paşa, birkaç küçük tecrübesi hariç, klasik çizgiden pek de ayrılmamış; bunun için de hep eskinin savunucusu olarak tanınmıştır.
Ziya Paşa ise yenileşmekte olan şiire taraftar görünmesine rağmen, Harabatı neşrederek eskiyle rabıtanın koparılmasını istemediğini ve encümenden dostlarını unutmayı reddettiğini göstermiştir. Buna mukabil Kemal onun, kendi "dava"larına ihanet ettiğini düşünür ve bu fikri, devrinin genç şairlerini derinden etkiler.
Kemal de encümenle doğrudan veya dolaylı olarak kurdukları münasebet sayesinde tanıdığı bu şairlerin Harabat yoluyla kalıcılaştırılmasından hoşnut değildir. Kemal'in etkisindeki gençliğin haricinde kalan büyük çoğunluk için encümen şairleri, öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Söz gelişi Muallim Naci, Kâzım Paşa'yı "medar-ı iftihar-ı millet" olarak görür (Naci 1303: 371-373); Hakkı ile yakın dostluk kurar; Ziya Paşa'yı "muhtar" sayar. Onun bu tavrına ve tercihine sebep, şiirin Batı'ya açıldıkça millîliğinden çok şey kaybedeceği endişesi ve encümen şairlerini ılımlı Batılılaşma adına iyi birer model sayışıdır (Naci 1302: 69-70).
Encümenin bazı isimleriyle mücadele eden zihniyetin, aynı tavrı Ârif Hikmet, Galip, Memduh veya Halet için göstermeyişleri düşündürücüdür. Sözün gelişi, 1910'da Şe-habettin Süleyman'ın Tarih-i Edebiyyat-ı Osmaniyyesi yayımlandığında Ali Canip bir ten-kid makalesi kaleme alarak birçok başka ismin yanında- Ârif Hikmet ile Kâzım'ın kitaba dâhil edilmeyişini de eksiklik saymıştır (Yöntem 1326: 91).
Anlaşılan o ki encümeni bugün yaptıkları gibi bir bütün olarak değerlendirmemişler ve hiç değilse, birinci dereceden önemli isimlerini bir araya getiren sebebin yeniliklere açık, arayışlara taratar bir şiir anlayışı olduğunu fark etmişler.
İbrahim Necmi, Millî Mücadelenin ortasında, herkes birer "millîci" olmuşken bastırdığı edebiyat tarihinde, Ârif Hikmet'i "şeklen eski, fikren yeni manzumeleri ile şöhret-i mahsusa kazananlardan" diye anar (Dilmen 1338: II/ 112). İsmail Habib, cumhuriyet devrinin "eski"ye bakışını da temsil eden Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi'nde Ârif Hikmet için,
"İhtimal ki ömrü müsait olaydı, onu Kemal gibi, hiç olmazsa Ziya Paşa gibi, teceddüd edebiyatımızın mühim simalarından görecektik"
diye yazar (Sevük 1925: 363). Aynı sene, Bakü'de edebiyat tarihini neşretmeye başlayan İsmail Hikmet, daha da ileri giderek, Ârif Hikmet için, "Eğer o tahsile, o ilme sülûk etse, o vadide yetişse idi Türkiye'nin bir Baudelaire'i olacağından şüphe yoktur" der (Ertaylan 1925: I/ 155).
Encümenin asli rüknü, beyin takımı olan şairler -genel kanaatin aksine- gelenekli poetikayı sürdürecek şairlerin değil de modern ve değişime açık bir poetikayı savunan şairlerin yetişmesine hizmet eder, onları desteklerler.
Eğer Kemal'in modern şiir adına önemli bir isim olduğu fikri yaygınsa, böyle bir ismin yetişmesinde Galip ve Ârif Hikmet'in payı da akıldan çıkarılmamalı; en azından, gözardı edilmemelidir. Galip'in Tuna Vilayeti'nde iken Ahmet Midhat'a gönüllü şiir öğretmenliği yaptığı da burada hatırlanmalı.
Abdülhak Hamit, ilk eseri olan Macerayı Aşk'ı (1290) yazarken "baba dostu Mem-duh Faik Bey" oyunun ilk perdesini okumuş; "Çok beğenmiş olacak ki tuttuğu yolda yürümesini öğütlemiş ve ilerde ünlü bir yazar olacağını da müjdelemiş"tir (Akıncı 1954:29).
Hamit, bu cesaretle yazdığı İçli Kız'ın (1291) müsveddelerini de Memduh Faik'e okutur. Faik bir "istidad-ı edebî" gördüğü bu gencin oyununu beğenir, destekler, hatta tashih eder (Tarhan 1937: 197). Örnekleri artırmaktansa, Recaizade Ekrem'den Sami Paşazade Sezayi'ye kadar pekçok ismin yetişmesinde encümen şairlerinin doğrudan veya dolaylı payı bulunduğunu söylemek kâfîdir sanırım. Kaynak: turkedebiyati.org