İçkinin, sohbetin, şiir ve nazirelerin devrettiği bu salı toplantıları muntazaman bir sene kadar devam eder. 1862 yılının ortalarından itibaren peşi peşine gelmeye başlayan pek-çok şahsi sebepten dolayı encümen müdavimleri yavaş yavaş kopup dağılırlar.
Salih Nailî'nin Encümen-i Şuara'dan kovulmasını, 1861 Ağustosunda Galip'in Trab-lusgarb Eyaleti Gümrük Emaneti'ne tayini takip eder ki, reissiz kalan meclisin dağılacağı aşikârdır. 30 Ocak 1862'de Ziya Bey, Mabeyn Kitabeti'nden çıkarılarak geçici olarak Zabti-ye Müsteşarlığı'na getirilir; on üç gün sonra Atina Sefiri, bu görevden istifası üzerine, Kıbrıs Mutasarrıfı yapılır.
İbrahim Hakkı'nın 1854'ten beri ara ara nükseden sinir hastalığı, akıl hastalığına dönüşür. Şubat ayının başlarında Takvimhane-i Âmire Nezareti, Maarif Nezareti'ne bağlanınca nazır Lebib Efendi de açıkta kalır. Önce Osman Şems'in babası Seyyit Mehmet Emin Efendi; ardından 3 Haziran'da Memduh Faik'in babası Mustafa Mazlum Fehmi Paşa ölür. Encümenin dağılmasına sebep olan, hepsi de aynı yıla toplanmış kader oyunları, şairlerin tekrar, eskisi gibi hep bir arada bulunmalarına imkân tanımaz.
O günleri yaşamış birkaç şair buluşunca -maziyi yâd etmek için olsa gerek- nazireler, müşterek gazeller söylemeyi sürdürürlerse de eski şevki ve zevki bulamazlar. Neticede, Muallim Naci heves ve canlılık getirene kadar geçecek durgun ve sessiz bir süreci yaşamaya başlarlar.
Edebiyat sadece hissin ve hayalin değil, aynı zamanda fikrin de mahsulüdür. Her fikir ürünü gibi, edebiyat da devrinin düşünce yapısından, fikrî eğilimlerinden, felsefi ve siyasi arayışlarından etkilenir. Encümen-i Şuara müdavimlerinin eserlerini de bu etkilenmenin dışında bırakmak mümkün değildir. Onların eserlerinde dikkat edilmesi gereken husus sadece, bu şairlerin belli bir edebî norm içinde yetiştikleri, dolayısıyla sosyal ve siyasi fikirlerini de bu normun müsaadesi dâhilinde ifade edebilecekleridir.
Bu sebeple, Encümen-i Şuara müdavimlerinin 1861-1862 yıllarında, niçin yirmi yıl sonrasının Namık Kemal'i gibi yazıp söylemediklerini araştırmaya çalışmak abestir. Üstelik, Kemal'in şiirinde -bir-ikisi dışında- yeni formlar denenmez. Onun asıl yenilik tecrübesi, köhne-miş norm ve prensiplerin yıkılması yolundadır. Bu tecrübelerin kaynağı ise encümenin muhteva arayışlarıdır.
XVIII. asrın sonlarında belirginleşen bir süreç, Kemal'le şiire girdiği kabul edilen "vatan", "millet" gibi sosyal kavramların aniden zuhur etmeyip hatlarını yavaş yavaş nasıl da barizleştirdiğini gösteriyor. Estetik değerlerin mutlak hâkimiyeti, bu kavramların barizleşme aşamasını uzatmış ve güzellik unsurlarından sıyrılıp yalınlaşmasını, "net'leşmesini güçleştirmiştir.
Encümen-i Şuara müdavimleri, bu uzun süren aşamanın son merhalesi olarak millî duygu ve kavramların ifadesindeki yalınlaşmanın, netleşmenin ilk işareti sayılabilecek eserler verirler. Geçmiş bir asırda bir silüet gibi varlığını hissettiren fikrî-siyasi muhteva, son yarım asırda gittikçe netleşen görüntüsüyle şiirdeki yerini bizzat belirlemektedir. Ziya'nın terci-bendini sosyal ve siyasi edebiyat dilini, mazmunlarını şekillendiren ilk şiirlerden biri, bir alfabe olarak kabul etmek gerekir. Kemal'in yanı sıra, encümen şairlerinden bir kısmının da o sıralarda bu alfabeyi öğrenmeye çalıştıkları anlaşılıyor.
Galip'in;
Hudâ me'yûs kılma gönlümü ikbâl-i milletten
Haberdâr eyle Rahman ismini ahvâl-i milletten
Olup mecrûh peykân-ı kazâdan tâir-i devlet
Demâdem hûn akar çeşmim gibi şehbâl-i milletten
kıtası da millî hislerin ifadesinde yol gösterici olur.
Yine Kemal'den ilginç cümleler:
"(...) üstad-ı celilü'l-menakıb Galip Beyefendinin yastık üzerindeki divanı gözüme iliştiğinden derhal sarılıp açınca, garib hâldir ki ibtida-yı sahifede
Olup mecrûh-ı peykân-ı havâdis tâir-i devlet
Demâdem hûn akar çeşmim gibi şehbâl-i milletten
beyti zuhur eyledi. Kıraatinden hasıl olan teessürümü nasıl tarif edeceğimi bilemem. Dünyada ne kadar alam ü efkâr var ise cümlesi başıma üşüp bî-ihtiyar sokağa fırladım. Tavr u hareketimi gören mutlaka divane zannederdi." Kaynak: turkedebiyati.org