Encümen-i Şuara'ya iki türlü anlam verilebilir. Bu mahfele, kuruluş ve dağılış tarihleri, müdavimlerinin isimleri belli olan bir edebî topluluk olarak yanaşılabilir; bir topluluk değil, şiirdeki tavrını batılılaşma karşısındaki konumuna göre belirleyen "mutavassıtın "in bir parçası olarak bakılıp Yenişehirli Avnî'den Muallim Naci'ye kadar aynı zihniyeti paylaştığı düşünülen şairlerin tamamını kucakladığı düşünülebilir. Bu takdirde, 1861'den önce ölmüş, sağ ama İstanbul dışında yahut henüz doğmamış olan şairler de encümene mensup sayılabilirler.
Encümen-i Şuara Mensuplarını Bir Araya Getiren Sebepler
1. Encümen-i Şuara müdavimlerinin birbirlerini tanımalarına sebep olan ilk vesile, hemen hemen hepsinin de soy, doğum yahut memuriyet gibi sebeplerle Rumeli'ye olan bağlarıdır.
2. Şairlerin aynı meslekte, aynı büroda veya aynı amir idaresinde çalışmaları sebebiyle kurulmuş dostlukları encümenden önce başlayıp sonra da yıllarca sürmüştür.
3. İtikadi kıymetleri de encümen şairlerini birbirine yaklaştıran önemli etkenlerdendir.
4. Encümen mensuplarının aşağı yukarı hepsi de aynı konakların müdavimidir ve aynı devlet büyüklerinin himayesinde yaşarlar. Gerçi, ne konaklar eski hiyerarşinin azametini taşır ne de ricali devlet, şaire geleneğin gözüyle bakar; ama değişip çağa ayak uydurarak da olsa, şair-devlet adamı münasebetinin sürdüğü fark edilir.
5. Encümen şairleri, mensubu oldukları tarikatlerin dergâh ve tekkelerinde rastlaş-mış, tanışmış ve ahbap olmuşlardır. Devrin edipleri, tekkelerdeki mistik havayı teneffüsle kalmaz; dinî, fikrî, edebî, hatta siyasi konularda tartışma ve -tekkenin meşrebi müsaitse- içki meclislerine katılma imkânını da bulurlar.
6. Encümen müdavimlerinin sıkça uğradıkları kahvehane ve meyhaneler aynıdır. Yeni tanıştıkları şairleri de beraberlerinde buralara getirdikleri için, Encümen-i Şuara'nın parça parça önce bu umumi yerlerde toplandıklarını söylemek mümkün.
Encümen-i Şuara Toplantıları
Tanpınar, Encümen-i Şuara için "son pleiad" tabirini kullanmakta haklıdır; çünkü Encümen-i Şuara'nın, tıpkı XVI. asrın Parisindeki La Pleiade topluluğunun edebî esaslarını andırır bir temele oturmuş olması onu bu hükme vardırmıştır. İbnülemin ise, encümenden bahsederken, "Bu encümen Arab'ın Sûk-ı Ukazına âdeta nazire idi" cümlesini sarf ederek (İnal 1327: 14) ona Şark geleneği içinde bir yer bulmaya çalışır ki daha sonraları da bu benzetme sık sık tekrarlanacaktır.
Kemal henüz onsekiz yaşında iken Sofya'dan İstanbul'a geldiğinde, edebiyat âlemi şu merkezdedir (Nazif 1922: 8):
"İstanbul'un o zamanki şübban-ı edebi Faik Memduh Bey, Hersekli Ârif Hikmet Bey gibi zadegân idiler. Leskofçalı Galip Bey de bunların imametinde bulunuyordu"
Yıllar sonra, o günlerini yâd eden Kemal, Galip ile Ârif Hikmet'i "mukteda-yı irfan" saydığını söyleyecektir (Onan 1950: 36).
Ârif Hikmet'in evinde toplanan encümenin reisi mevkiinde bulunan Galip, gerçi etkileyici şahsiyeti ve edebî kudreti ile şairleri etrafında toplar; fakat düşüncelerini sohbet esnasında rahatça ifade etmesine engel olan bir kusuru vardır; kekeleyerek konuşur.
Ebuzzi-ya Tevfik'in "talakat-i harikulade"sine hayrette kaldığını söylemesine (Ebuzziya 1330: 67) mukabil, Galip'in konuşma güçlüğü çektiğinin pek çok şahidi vardır. Dolayısıyla Galip'in fikrî temellerini oluşturduğu poetikasını diğer şairlere anlatacak birisine ihtiyacı vardır; bu kişinin de güzel ve etkili konuşmasıyla, güzel şiir okumasıyla herkesi kendine hayran bırakan Ârif Hikmet olduğu düşünülebilir.
Bu sebeple, Galip'in kendisine "sözcü" olarak Hikmet'i seçtiğini söylemek yanlış olmaz. Kemal de çok güzel şiir okur (Ebuzziya 1306: 19; Reşid 1326: 89-90). Encümenin genç müdavimlerinden olması sebebiyle, diğerlerinin söylediği şiirleri inşad işi Kemal'e verilir. Kaynak: turkedebiyati.org