Kahire kültürüyle yetişmiş ve hızla yükselmiş Türklerden Abdurrahman Sami Paşa, Suphi Paşa, Yusuf Kâmil Paşa, Münif Paşa gibi epeyce isim de hidiv paşanın sarayında yetişirken içinde bulundukları kültür muhitinin bir benzerini İstanbul'da oluşturmaya çalışırlar. Gelenekli encümen-i şuaraların hami-şair münasebetlerini okşayan; lakin yolu Kahire'den geçtiği için, bir o kadar da modern görünen bu toplantılar, pek çok yeni şairin asri bir dünya görüşü kazandığı mektepler hükmündedir.
Bu biribirinden renkli mekânlarda oluşturulan edebiyat mahfellerinin müştereği, şiir üretmeyen; ama edebiyatseverliğinden şüphe edilemeyecek bir dost, misafir ve dinleyici topluluğuna açık oluşlarıdır. En mütevazı şair dahi kalabalıkların ortasında kaldığında, gözler üzerine döndüğünde birden bencilleşir, kendini isbat gayretine düşer, eserinin hatalarını bile savunmaya başlar, diğer şairler arasında sivrilmeye çalışır. Her şairin aynı hissin esiri olduğu bir encümende, esere yönelik objektif bir eleştirinin yapılması beklenemez; lakin herkesi şaşırtarak böyle yapıcı bir eleştiri getirmeyi beceren şairin de muhatabı tarafından yanlış anlaşılması, her eleştirisinin bir aşağılama ve alay olarak algılanması ihtimali çok yüksektir.
Şairiyetin olgunluğuna ve şiirin muhkemliğine de faydası olan encümen-i şuaralar, şairlerin kendi aralarında toplanarak oluşturdukları ve içlerine meraklı dinleyicileri almadıkları için daha tabii davranıp eksik ve hatalarını daha kolay kabullenebildikleri "halvet'lerdir. Gelenekte şairlerin bu cins mahfeller oluşturmayı pek denemeyişleri, üstad saydıkları bir şair varsa onun düzeltmeleri dışında eleştiriye kendilerini tamamen kapayışları ve iyi niyetle yapılan tenkidleri bile şiirdeki kudretlerine yönelik bir tecavüz olarak görüp cevabını hicviyeyle verişleri poetik gelişimin önündeki en önemli engellerden biri olmuştur.
İşte XIX. asrın ortasında, bu büyük ve derin boşluğun doldurulması yolunda en büyük adımlardan birini atarak; söyleyeni, dinleyeni, eğleneni, eleştireni şairlerden ibaret bir encümen-i şuara teşekkül ettirmeye karar veren küçük bir arkadaş grubunun teşebbüsü bu sebeple önem kazanmaktadır.
ENCÜMEN-İ ŞUARA
1861 yılı baharında -muhtemelen Mayıs, Haziran gibi- Hersekli Ârif Hikmet Bey'in Laleli Çukurçeşme'deki evinde buluşmaya başlayan ve her salı muntazaman devamla bir seneye yakın müddet bu edebiyat toplantılarını sürdüren şairlerin "encümen-i şuara"sını bu defa bir has isim sayacağız.
Encümen-i şuaralar bir dernek oturumu ciddiyetinde toplanmazlar. Şüphesiz ki, her toplantıda bulunmaya çalışan müdavimleri vardır; lakin belki bir o kadar da davet edildiği yahut merak ettiği için bir iki sefer katılıp arkasını getirmeyen isimler çıkacaktır. Bu sebeple, bazı kaynaklarda, encümenin asli müdavimlerinden olmayan isimlerin de anıldığına sıkça rastlanması garipsenmemeli. Encümenin asli kadrosunu belirlemek için, devam ettiğinden şüphe edilmeyen isimleri sıralamakta yarar var:
Yaşça müdavimlerin bir kısmından daha genç olmasına rağmen, şiirdeki kudretiyle kendini kabul ettirmiş ve encümenin reisi mevkiine oturtulmuş olan,
Emtia Gümrüğü Tahrirat Müdürü Leskofçalı Mustafa Galip Bey'dir (1829-1867). Encümenin ev sahibi, Sadaret Mektubî Kalemi'nden Hersekli Ârif Hikmet Bey'dir (1839-1903).
Encümenin toplantıları, meclis celseleri gibi bir ciddiyet taşımadığı için, ara sıra başka şair dostların da Çukurçeşme'ye geldiklerini tahmin etmek zor değil. Müdavimi sayılmamasına rağmen, zaman zaman mahfele dahil olduğu bilinen başka şairleri de bu listeye eklemek mümkün. Sözün gelişi, Hayrettin İrfan Paşa (1815-1888), Bursalı Mustafa Eşref Paşa (1819-1894), Sadaret Mektupçusu Maraşlı Yusuf Kenan Bey (1830-1876), Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi'nden Pepe Mustafa İsmet Efendi (1832-1892), Babıali Tercüme Odası'ndan Sadullah Rami Paşa (1838-1890)... Kaynak: turkedebiyati.org