Alpaslan Arslan'ın Enderun Dergisi İçin hazırladığı meraklısı için önemli bir derleme, okuyacaklarınız alıntıdır.
İslam düşünce tarihinde tesiri bu günlere kadar gelen bir ev açılmıştır. Bu ev, diğer evlere benzemez. Bu ev bir “hikmet evi”dir. İlk önce kimin kurdurduğu, hangi ihtiyaca binaen ortaya çıktığı, hangi görevleri yerine getirdiği bu yazıda tartışılacaktır. Özellikle islam fetihleriyle beraber karşılaşılan yeni toplumların bilgi ve örflerini anlayabilmek, islamın bu yeni kültürlere cevap verebilmesi adına devlet başkanlarının öncülüğünde kurulan bu ev tarihî misyonunu yerine getirmiş, islamın kendine olan özgüvenini göstermiş, yaşadığı çağa cevap verebileceğini ispatlamıştır. Bunun için de öncelikle yeni tanışılan bu kültürlerin tercümesine başlanmış, ezbere konuşulmamış; konuların özüne vakıf olunduktan sonra cevap ve açıklamalar üretilmiştir. Bu girişim nasıl başlamıştır? Başlıyoruz:
Abbasiler döneminde Beytü'l-Hikme (Hikmet Evi) çevresinde ortaya çıkan değişim ve dönüşüm ile birlikte Kuran ve Sünnetin dışında farklı referansların devreye girmesi başlangıçtan itibaren devam ede gelen bir sürecin neticesidir. Bu nedenle Abbasilerle birlikte ortaya çıkan köklü değişimden önce Emeviler dönemindeki bilimsel durumla başlamak gerekir. Bu dönemde özellikle Müslümanların tıpla meşgul olduklarını görmekteyiz. Halid b. Yezid'in (Ö. 704) Kimya ile ilgili olan araştırmaları ve etkinlikleri kaynaklarda özellikle öne çıkanlmaktadır.(1)
İslam Dünyasında asıl köklü dönüşüm Abbasiler döneminde gerçekleşmiş¬tir. Bu dönemdeki dönüşüm ve değişim Emevilerde olduğu gibi sadece farklı dini ve milli unsurları içirıe alarak siyasi hakimiyetirı genişletilmesi değil, imparatorluğun muhtevasındaki bu farklı etnik, dini ve milli unsurların paralelinde toplumsal, dini, fikri ve düşünsel referansların da farklılaşmasını kapsıyordu. Abbasilerdeki bu dönüşüm, daha başlangıçlarda görülmektedir. Abbasilerirı ikinci halifesi Mansur'un (754-775) Sasani imparatorluğunun ideolojisini kullandığı ve yine büyük devlet adarnlarını onlardan seçtiği malumdur. Çünkü Farslar siyaset kültüründe doyma noktasına gelmişlerdi. Onların islama boyun eğmeleri ve bağlanmalan sebebiyle Mansur'un hilafeti ve Abbasî ailesi için samimi bir şekilde çalışacaklardı. Mansur'un halefleri de bu konuda onurıla ittifak ettiler. Bunun delili halifelerin saray hayatında ve Abbasi yönetimindeki Fars nüfuzunun kuvvetli olmasıdır. Bermekiler ve Nevbaht ailesi gibi.(2). Bu tarihler henüz Türklerin siyaset sahnesine çıkmadığı yıllardır.
Abbasi devletinin Fars desteği ile kurulmasının, yeni devletin nezdinde Farsların ayrıcalıklı bir yere sahip olmasında büyük bir tesiri söz konusudur. Bu durum onları halifelere yaklaştırdı ve onların yardımlarına mazhar kıldı. Doğrusu bu, İslam ümmetinin oluşumuna götüren yeni bir gelişme idi. Bu sayede Araplar, Emeviler döneminin aksine acemlerle irtibat kurdu ve onların kültürlerinden etkilendiler. Böylece Abbasiler döneminde ecnebi kültürlerin Arapçaya aktarılması için güçlü bir hareket ortaya çıktı. Harun Reşid ve Me'mun dönemlerinde bu hareket çevresinde İslam aydınlanma asrı olarak temayüz eden hür düşünce akımları doğdu. (3)
Abbasiler döneminde özellikle halifeler çevresinde bilimsel hizmetlerinden istifade edilen bilim adamları dikkate alındığında, Abbasilerin sadece Farslara değil, çok farklı dini inanç ve kültürlere sahip olan bilim adamlarına kapılarını açtıkları görülmektedir. Nitekim Tabakatü'l-Ümem'de bulunan şu ifade bu hususta oldukça dikkat çekicidir: "... Abbasi devletinde Yunan mı Rum mu yoksa komşu ümmetierden mi olduğu bilinmeyen Hıristiyan ve Sabiilerden oluşan bilginler gurubu vardı."(4). Abbasilerin hizmetinde bulunan bu bilim adamlarından pratik anlamda tıp sahasında istifade edilmekle kalmayıp, aynı zamanda farklı kültürlere ait bilimsel birikimlerin elçiliklerini yapmalarına imkân tanınmıştır. Bu bağlamda Abbasiler döneminde meydana gelen etnik ve kültürel kozmopolit ortamın şark ve garp kültürünü birleştirdiği ifade edilebilir (5). Nitekim Abbasilerin ilk dönemine ait şu bilim adamlarından bahsetmek mümkündür: Buhtişu’, Yuhanna b. Masaveyh, Huneyn b. İshak, Ebu'l Hasan Sabit b. Kurra el Harrani bunlarda başlıcaları olup süryânî veya sabii idiler.