Alpaslan Arslan'ın Enderun Dergisi İçin hazırladığı meraklısı için önemli bir derleme, okuyacaklarınız alıntıdır.
Abbasiler iktidara geldiğinde edebi ve beşeri bilimlerin işlenmesine bir dönüş vardı. Bu yeniden canlanmanın baş mimarı II. Abbasi halifesi Mansur idi. O başkent Bağdat'ta yeni başkent için müesseseler kurdu. Halifenin şekillendirici dönemi boyunca, Hindistan'dan matematik ve astronomi ile ilgili metinler geldi.
Harun Reşid'den sonra 813'de iktidara gelen Me'mun, tavrını, ilk önce Yunan ve İskenderiye filozoflarınca kullanılan metotlar üzerine dayanan inançların rasyonel delillerle desteklenmesi gerektiğini savunan Mu’tezilenin akılcılığından yana koydu. Sonra Mu’tezile daha çok Grek ve İskenderiye eserlerinden tercüme gereksinimini ortaya çıkardı. Bu nedenle Halife Me'mun, Bağdat'ta çoğu Hıristiyan olan mütercimlerin toplandığı Beytü'l-Hikme'yi kurdu. Çoğunlukla eserlerin el yazmaları yoktu. Onlar Me'mun tarafından Bizans'tan getirtildi.
Bu hususta Me'mun kendisinden önceki bir geleneği devam ettirmiştir. Nitekim Mansur ve Harun Reşid'in de dışardan eserler getirttiğini ve hatta Harun Reşid'in merkeze gönderilen kitapları cizye/vergi olarak kabul ettiğine dair rivayetler söz konusudur.(6) Harun Reşid'in kadim eserlere karşı olan bu tavrı kişisel bir kitap tutkunluğu olarak görülebilir ancak yine de farklı kültürlere karşı gelişen bir dünya görüşünün önemli bir yansıması olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yani Beytü'l-Hikrne'nin kuruluş tarihi hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değilse de, Abbasilerin iktidan ele geçirmesi ile birlikte, özellikle Halife Mansur'la (752-774) birlikte başlayan dışa açılma ve kadim eserlere düşkünlük, her ne kadar Halife Mehdi döneminde kesintiye uğramışsa da, Harun Reşid (786-808) ve Me'mun döneminde tutkuyla devam etmiştir. Dolayısıyla Beytü'l-Hikme'nin ilk çekirdekleri halife Mansur döneminde atıldığını ve içerik bakımından da Harun Reşid ve Me'mun döneminde geliştiğini kabul edebiliriz. Ancak Me'mun dönemi ve onun Beytü'l-Hikme'ye katkılarını özellikle diğerlerinden ayrı bir şekilde ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü Me'munla birlikte Beytü'l-Hikme, halifelerin ve emirlerin cömertliğine bağlı kalmaktan kurtarılmış, orada çalışanlara belli bir maaş bağlanarak kurumsallaşmıştır. Bununla birlikte ekstra olarak Halife Memun âlimlere çok cömert davranmış ve bazen tercüme edilen kitabın ağırlığı kadar altın vermiştir. Bu durum, Yunanca ve Farsçadan tercüme edilen kitapların diğer kitaplardan kat kat fazla miktarda bulunmasına neden olmuştur. Onun için tarih Me’mun’u Beytü’l Hikme’nin ana kurucusu olarak kabul eder.
Bu dönemin tarihsel arka planını da irdeleyecek olursak Abbasilerin hilafeti ele geçirmelerine paralel olarak önemli bir ilim ve kültür merkezi olarak yıldızı parlayan Bağdat, Abbasî aristokrasisini ve siyasetini oluşturan farklı etnik, dini ve kültürel mozayiği, belki de en güzel bir şekilde Beytü'l-Hikme'de mevcut olan farklı dil ve kültürlere ait bilimsel birikimin çeşitliliğinde göstermektedir. Bu dönemde Bağdat, oldukça kozmopolit bir görüntü sergilemekte olup, her dinden ve milletten hekimlerin ve bilginlerin kâbesi durumundadır.(7) İslam düşüncesinde bilim ve felsefenin yükselişini tartışan kaynaklar, bu rasyonel bilimlerin Grek, Süryani, Hint ve Pehlevi kaynaklanndan doğrudan yapı¬Ian tercümelerin bir neticesi olarak girdiğini ittifakla kabul ederler. Hatta İbn Nedim'in Fihrist'inden İbn Haldun'un Mukaddime'sine kadar aynı kaynaklar bu tercümelerin çoğunlukla yabancılar tarafından gerçekleştirildiğini kabul etmektedir. Bu nedenle Yunan felsefesinin aktarılmasında farklı dillerin devreye girmesi doğaldır. Yunan Felsefesinin Arapçaya aktarılmasında ara dil oldukça önemlidir. Yunan Felsefesi ve İslam Felsefesi arasında ara dil konumunda olan en önemli dil Süryanicedir. Çünkü Süryanice, Grek külliyatının Arapçadan önceki taşıyıcısıdır.