Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini ortadan kaldırmıştır. 'Takva sahibi mümin' ve 'bedbaht günahkâr' (ayrımı vardır). İnsanlar Âdem'in çocuklarıdır, Âdem ise topraktan yaratılmıştır.”
(T3956 Tirmizî, Menâkıb, 74)
Son peygamber Hz. Muhammed (sav) çeşitli münasebetlerle insanın karakter yapısına, mizacına ve ahlâkî eğilimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bunlardan birinde Allah'ın Elçisi “İnsanlar madenlerdir.” demiştir.
Bu benzetmeyle hangi inanca veya kültüre mensup olurlarsa olsunlar, bütün insanların değişmez bir öze sahip olduklarına işaret etmiştir. Hz. Peygamber insana dair bu benzetmesini Medineli önde gelen Müslümanlardan Sa'd b. Ubâde özelinde yapmıştır: Veda Haccı günleriydi. Allah Resûlü yol azığını yâr-ı gâr (mağara arkadaşı) olan Hz. Ebû Bekir ile birlikte, ona ait bir deveye yüklemişti.
Hz. Ebû Bekir'in bir hizmetçisi de deveyi sevk etmekle sorumluydu. Derken ne olduysa hizmetçi, deveyi kaybetti. Durumu haber alan Medine'nin köklü kabilesi Hazrec'in lideri Sa'd b. Ubâde ve oğlu Kays, erzak yüklü bir deveyle Resûlullah'a geldiler. Olanları duyduklarını söyleyen Sa'd b. Ubâde, Allah Resûlü'ne kayıp devenin yerine bu deveyi kabul etmelerini söyleyince Nebî (sav) çok duygulandı ve “Medine'ye hicret ettiğimizde bize yaptıkların, sana iyilik olarak yetmez mi?” dedi.
Sa'd, “Minnet Allah ve Resûlü'nedir; vallahi malımızdan aldıkların, almadıklarından bizim için daha hayırlıdır.” deyince Hz. Peygamber şunları söyledi: “Sana müjdeler olsun Sa'd! Kurtuluşu hak ettin. İnsanın ahlâkı (tabiatı) Allah'ın elindedir; o, dilediği kimseye iyi bir huy verir. Görünen o ki, Allah Teâlâ sana da güzel bir ahlâk bahşetmiştir.”
Sa'd, Peygamberimizin bu iltifatlarına Allah'a şükürle karşılık verdikten sonra araya “ensarın hatibi” olarak bilinen Sâbit b. Kays girdi ve Sa'd b. Ubâde'ye bir iltifat da ondan geldi: “Ey Allah'ın Elçisi! Sa'd, İslâm'dan evvel câhiliye devrinde de liderimizdi ve kıtlık zamanlarında bizi doyururdu.” Bunun üzerine Nebî (sav) şöyle buyurdu: “İnsanlar, madenlerdir. Câhiliye döneminde iyi olanlar Müslüman olduktan sonra da iyi olurlar. Yeter ki İslâm'ı tam olarak kavrasınlar.”
Böylece Allah Resûlü, insanın doğuştan gelen fıtrî yapısına işaret etmiştir ki, o da ahlâktır. İnsan, Yüce Yaratıcı'nın kendisi için takdir ettiği bu ahlâka teslim olmuştur. Tüm varlığı Allah'a izafe eden İslâm, ahlâkın da onun elinde olduğunu söylemiştir. Nitekim Resûlullah Sa'd b. Ubâde'ye söylediğinin benzerini, biri iyi diğeri de kötü huylu olan iki kişi için de demiştir. O (sav), bir defasında çok sayıda semiz ve bakımlı hayvana sahip,
varlıklı bir adama uğramış ve ona misafir olmak istemiş, ancak adam Hz. Peygamber'in bu isteğini geri çevirmiştir. Buna karşın Resûlullah birkaç keçisi olan bir kadının yanından geçerken aynı talebini ona iletince kadın, Hz. Peygamber'i kabul etmiş ve hayvanlarından birini keserek ona ikramda bulunmuştur. Bunun üzerine, “Huylar Allah'ın elindedir. O, onlardan güzel olan huyları dilediği kullarına bağışlamıştır.” buyuran Nebî (sav) insan karakterinin kaynağına ilişkin İslâmî hakikatin ne olduğunu bir kez daha öğretmiştir.
Bedeniyle, ruhuyla, maddî ve mânevî çehresiyle insan, ilâhî sanatın benzersiz ve mükemmel oluşunu gösteren en büyük kanıttır. Tamamen ilâhî iradenin bir tecellisi olarak vücuda gelen insan, görünümüyle, yapısıyla bir mucize olmasına karşın, duygu ve istidatları bakımından birtakım zaaflarla yaratılmıştır. Diğer bir deyişle, sınırlı güç ve imkânlarla yaratılan insan, hırs ve hevesleri bakımından sınırsız isteklere sahiptir.
O, kendine verilen ömrün bitmesini hiç istemez. Hz. Âdem'den beri hep daha uzun yaşamak istemiş, ölümden hiç hoşlanmamıştır.15 Öyle ki, ihtiyarlasa, güç ve kudretten düşse dahi dünya sevgisinde ve uzun emellerinde hiç eksilme olmaz. Eceli çok yakın, ensesinde iken, emeli uzun, gözü de hep uzaklardadır. Başına bir sürü şey gelir, fakat o sürekli emelinin peşinde koşar ve eceli aklına getirmez.
Bunu bir örnekle göstermek isteyen Hz. Peygamber bir gün eline iki taş alarak “Şu ve şu nedir biliyor musunuz?” deyip taşları fırlatmış, biri hemen yakına, diğeri de uzağa düşen taşları gören arkadaşları “Allah ve Resûlü (sav) daha iyi bilir.” demişlerdir. Bunun üzerine o, “Uzağa düşen insanın emeli, yakına düşen de ecelidir.” buyurmuştur.
Evet bu düsturlardan yola çıkarak ahlaklı olmanın yollarını arayıp ahlaklı, dürüst ve samimi bir Müslüman olarak yaşamak gayreti içerisinde olmalıyız, ahlaksız bir insanım fitne fücur dağıtan bir insanın ne kadar topluma, insanlara zarar verdiğini gelin hep beraber düşünelim... Kur’an-ı Kerim de Cenabı hak fitne öldürmekten daha şafidir buyurarak fitneliğin Büyük bir zararı olduğunu beyan ederek ahlâkça samimice dürüstçe bir İslam profili ortaya koymamız istenmektedir.
Allah’ın selamı inananların üzerine olsun.