İffet ve hayâ, İslâm ahlâkının vazgeçilmez iki temel değeridir. İffet ve hayâ, bütün erdemlerin ve ahlaki güzelliklerin özüdür. Zira insan için hayâ, hayattır. İnsan olmanın ve mümince yaşamanın bir gereğidir. İffet ve hayâ, insanın Allah, tabiat, eşya karşısında haddini ve sorumluluklarını bilmesi ve idrak etmesidir. Bünyesinde hayatı ve var olmayı, rahmet ve berekete ulaşmayı barındırır. İffet ve hayâ, her türlü çirkinlik ve kötülükten uzak kalmayı, hakkı teslimde kusur etmemeyi ifade eder.
Hayâsızlık ise alçalmanın, insanlığı yitirmenin, varlığın amaç ve hikmetini unutmanın ifadesidir. Yine hayâsızlık, insan için manevi anlamda ölümün adıdır. İsyanın, inkârın, sınır tanımamanın, tahribat ve haksızlığın göstergesidir.
İffet ve hayâ ile birbirini tamamlayan önemli bir değer daha vardır. Bizler, ona “mahremiyet” diyoruz. Mahremiyet, hürmettir; izzet, onur ve saygınlıktır. Mahremiyet, kişinin ve ailenin kendine özgü ve özel alanları, sınırlarıdır. Mahremiyet, her şeyden önce her hal ve şartta bu alan ve sınırların muhafaza edilmesidir.
Mahremiyet, haramdan gelir. Haram, Yüce Rabbimizin bizler için koyduğu yasaklardır. Bazı şeylerin haramlığı bizzat kötü ve çirkin olmasından kaynaklanır. İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek, kötü ve zararlı olduğu için haramdır. Bazı şeylerin haramlığı ise hürmetten, saygıdan kaynaklanır. Anne-baba, saygın oldukları için onlara “öf” demek bile haramdır. Dünyadaki cennetimiz ailenin mahremiyeti de Allah’ın aileye yüklemiş olduğu saygınlıktan kaynaklanır. Aile mahremiyeti ihlal ve ifşa edildiğinde toplumda büyük kötülükler, bozulmalar ortaya çıkar. Bunun içindir ki Rabbimiz, insanlığa ilk olarak Hz. Âdem ve Havva aracılığıyla insanın ve ailenin mahremiyetini öğretmiş ve bu mahremiyetin korunmasını emretmiştir.
Irz, namus, hayâ, iffet ve mahremiyet gibi insana özgü değerler, zamanla sadece belli bir cinsiyette bulunması gereken değerler gibi telakki edilmişlerdir. Zira ırz, namus, hayâ ve iffet gibi kavramlar, herhangi bir cinsle sınırlı olmaksızın kadın erkek herkesi kuşatmaktadır. Irz ve namus, hayâ ve mahremiyet, kadını ne kadar yüce, saygın ve müzeyyen kılıyorsa erkeği de o derece yüce ve saygın kılmaktadır. İffetsizlik ve hayâsızlık, kadını ne kadar aşağıların aşağısına çekiyorsa erkeği de o derece alçaltmaktadır.
İnsanı insan, mümini kâmil kılan bu erdemlerin hemen hepsi, hayatı ve var olmayı ifade etmektedir. Eğer bir insan, bu erdemleri kaybetmiş ve mahremiyet anlayışını yitirmişse o insanın varlığıyla yokluğu arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Gerçek şu ki; dünyada bazı şeylerden mahrum olmak, insan için zor ve kötü bir durumdur. Unutulmamalıdır ki en kötü mahrumiyet, mahremiyetten mahrum ve yoksun olmaktır.
Bugün iletişim ve teknoloji çağında yaşıyoruz. İletişim araç ve gereçleri hayatımızı bir yönüyle kolaylaştırırken diğer yönüyle zorlaştırmaktadır. Kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın sınır tanımaksızın ve ölçüsüzce mahremiyeti hiçe sayarak kullanımı, kişisel, ailevi ve toplumsal birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle ailemizi, yavrularımızı, gençlerimizi bütün bu kötülüklerden koruyacak bir merhamet ve mahremiyet eğitimine ihtiyacımız var. Bugün, çocuklarımızı her geçen gün hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm eden bu gidişata karşı bilinçlendirmeye çok ihtiyacımız var. Ailenin temelini oluşturan muhabbet, merhamet, sevgi, sadakat ve mahremiyet gibi değerleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak hususunda hepimize düşen büyük görevler ve sorumluluklar var. Yüce Rabbimiz, bizleri sorumluluklarının bilincinde olan kullarından eylesin.