Tarihinin en ağır imtihanlarından birini ya- şayan ülkemiz, geçtiğimiz sene 15 Temmuz gecesi hayâsız bir akına maruz kalmış, Allah’ın inayeti, idarecilerimizin dirayeti, aziz milletimizin cesareti ve kahraman silahlı güçlerimizin üstün gayretleriyle bu büyük tehlike bertaraf edilmiştir. Yaşanan hain darbe girişimi, sadece ülkemizi değil, Müslüman dünyayı ve umutlarını barışa, adalete ve itidale bağlamış olan insanlığı da hedef almıştır.
Zira bizler biliyoruz ki, aziz milletimiz hem ateşler içinde yanan coğrafyamızın hem de insanlığın umududur. Hakikatsizlik girdabında sürüklenen dünya, İslamofobi ile çalkalanan Batı, mazlum toprakların Müslümanları bizden çok şey beklemektedir. Böyle bir beklentiyi sona erdirmediği, mazlumların hamisi olmuş bu milleti muhafaza buyurduğu için Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senalar olsun. 15 Temmuz, devletimizin bekasını hedef alan, toplumumuzun değerlerini hiçe sayan, müstevli emeller uğruna memleketini ateşe vermekten çekinmeyen bir zihniyetin ürünüdür. Yıllar yılı tezgâhlanan sinsi bir plan 15 Temmuz gecesi sahneye koyulurken, sanki Allah Teala’nın asırlar önce beyan buyurduğu bir hakikat yeniden tecrü- be edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle yer alır: “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya kalkışmıştı da, Allah (buna engel olmuş) onların ellerini sizden çekmişti. Allah’a karşı gelmekten sakının. Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (Maide, 5/11.)
Arkasına birçok şer odağının desteğini alarak güçlenen ve sadece darbe değil, aynı zamanda katliam planları yapan FETÖ yapılanmasının karşısında milletimizi muzaffer eyleyen, ilahî kudretten başkası değildir. Bu asi topluluğa karşı göğsünü siper eden halkımızın yegâne istidadı ve imdadı, Allah’a olan imanı ve vatana olan aşkıdır. Hak Teala, bu imanı ve aşkı karşılıksız bırakmamıştır. Bir yıl sonra bugün, O’na olan hamdimizi ve şükrümüzü artırmak öncelikli vazifemiz olmalıdır. Diğer bir vazifemiz ise şehitlerimizin hakkını vermek, gazilerimizin kıymetini bilmektir. Milletinin onurunu ve hukukunu, evlatlarının geleceğini korumak uğruna bu gecede hayatlarını kaybeden şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. Onlar Malazgirt’ten Çanakkale’ye uzanan bir destanın satırları, şüheda ecdadın şüheda torunlarıdır. Bizlere o gece özgürlüğümüzü ve bütünlüğümüzü hediye etmekle kalmayıp, adeta hepimizi uyandırarak bilincimizi harekete geçirdiler.
Acıdan ders almanın, zafer coşkusundan bir şuur inşa etmenin yolunu açtılar. Biliyoruz ki onlar için hayat devam etmekte, onlar Rableri katında rızıklandırılmaktadır. Emanetleri ise kurtuluşumuz uğruna can veren bütün şehitlerimizle birlikte bizlerin omzundadır. Gazilerimiz ise ihanet karşısında acziyete düşmemenin yaşayan şahitleridir. Bir insan için vatanını kaybetmek öyle derin bir hüsrandır ki, gazilerimiz vatanını kaybetmeme uğruna sağlığını, bedeninin farklı uzuvlarını, aile efradını kaybetmeyi göze almanın canlı sembolleridir. Rasul-i Ekrem’in ifadesiyle, Allah yolunda o gece akıttıkları kan, kıyamet günü misk kokusuyla üzerlerinde olacaktır. (Buhari, Zebaih, 31.) “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff, 61/4.) ayet-ikerimesinin muhatabı olan gazilerimiz, elbette inanç ve cesaretlerinin karşılığını Hak katında alacaktır. Sabırla, ihlasla, kararlılıkla düşmana karşı duranların kul borcu dışındaki tüm günahlarının bağışlanacağı, nebevî bir müjdedir. (Muvatta, Cihad, 14.) Bize düşen ise, onların attığı adımların devamını getirmek, bunu kalıcı bir şuura dönüştürmek, geleceğimizi bu şuurla şekillendirmektir. Gazilerimize ve ailelerine maddi ve manevi anlamda her türlü desteği sunmak hepimizin borcudur. 15 Temmuz bizlere göstermiştir ki, hiçbir güç Allah aşkı ve vatan sevgisiyle dolu yüreklerden daha üstün olamaz.
Devletimizin bütün kurumlarını yerle yeksan etmeyi, irademizi çökertmeyi, milletimizi sindirmeyi ve İslam ümmetinin umudunu toprağa gömmeyi hedefleyenler, rezil ve zelil olmuşlardır. Aklını, idrakini, izanını ve vicdanını ihanet odaklarına kiralayanlar, kendi tuzaklarında boğulmuşlardır. Her kim vatanın, ümmetin, mazlumun, mağdurun ve muhacirin yanındaysa Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayeti onun yanında olmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in beyanı açıktır: “Sakın üzülmeyin ve gevşemeyin, eğer inanıyorsanız üstün olan, en yüce olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.) Aradan bir yıl geçtikten sonra bugün daha net bir biçimde görmekteyiz ki, kendilerine din-i mübin-i İslam’dan meşruiyet zemini üretmeye çalışan ayrılıkçı ideolojiler, siyasi ve iktisadi emellerine ulaşabilmek adına Allah’ın kelamını kullanmaya yeltenenler ümmete çok büyük zararlar vermektedir. Yaşadıklarımız, sadece din istismarının değil, aynı zamanda dış mihrakların da emperyalist hesaplarına ulaşmak adına dini ve din adamı kimliğini nasıl hunharca harcayabileceğinin acı bir ispatıdır. Ancak “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın.” denildiğinde “Aksine biz ıslah ediyoruz.” diyen ikiyüzlü din bezirgânlarının zihinlerimizde oluşturduğu endişeleri ve gönüllerimizde açtığı yaraları onarmak elimizdedir. İslam’ı istismar edenler, bizi dinden ve dinin yüce değerlerinden uzaklaştırmamalıdır. İnsanların din perdesi arkasına sığınarak yaptıkları, bizim dinin gerçekliğini görmemize engel olmamalıdır.
15 Temmuz’dan sonra birliğimizi ve dirliğimizi muhafaza etme adına ülkemizin dört bir yanında oluşan coşkunun, kararlılığa ve istikrara dönüşmesi için her birimizin üzerine düşen sorumluluklar vardır. Güven bunalımını aşmak, önce Allah’a sonra da birbirimize duyduğumuz güveni pekiştirmekle, fitne ve fesat söylemlerine itibar etmemekle mümkün olacaktır. Mekke’nin fethinde