Onaltıncı Söz'ün âhirinde izah edilen şu: Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzur-u pâdişaha girer. Sair vakitte, zabitinin makamı ile onu tanır. Aynen öyle de, her adam, Hac'da bir derece velîler gibi Cenâb-ı Hakk'ı ünvanı ile tanımağa başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istilâ eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine Allahu ekber tekrarıyla umumuna cevap verdiği misillû; Onüçüncü Lem'anın âhirinde izahı bulunan ki, şeytanların en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ı kat'i veren yine Allahu ekber olduğu gibi; bizim âhiret hakkındaki sualimize de kısa fakat kuvvetli cevap verdiği misillû lillahil Hamd cümlesi dahi haşri ihtar edip, ister.
Bize der:
"Manam, âhiretsiz olmaz; çünkü 'ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür O'na mahsustur' ifade ettiğimden; bütün nimetlerin başı ve nimetleri hakikî nimet yapan ve bütün zî- şuûru ademin hadsiz musibetlerinden kurtaran, yalnız saadet-i ebediye olabilir ve benim o küllî manama mukabele eder."
Evet, her mümin namazlardan sonra, her gün hiç olmazsa yüz elliden ziyade Elhamdülillâh, elhamdülillâh şer'an demesi ve manası da ezelden ebede kadar bir hadsiz geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak saadet-i ebediyenin ve cennetin peşin bir fiyatı ve muaccel bir bahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fânî elemlerle âlûde olan nimetlerine münhasır olmaz ve mahsus değil ve onlara da ebedî nimetlere vesile olmaları cihetiyle bakar, şükreder.
Sübhânallah kelime-i kudsiyesi ise, Cenâb-ı Hakkı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve cemal ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek mânâsıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve cemâl ve kemâl-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cenneti ihtar edip delâlet ve işaret eder. Yoksa, sâbıkan ispat edildiği gibi, saadet-i ebediye olmazsa, hem saltanatı, hem kemâli, hem celâl, hem cemal, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar.