Böyle yollarda, âdi bir muhbirin zayıf bir ihbarı nazar-ı itibara alınır. Hâlbuki, tevatür derecesinde, kâmil şâhit sadıklar ihbar ediyorlar ki, yümn-ü imanla yemin cihetinde gidenler, müddet-i seferlerinde emn ü emandadırlar. Şehre yetiştiklerinde, on yolcudan dokuzuna, herhalde, bir nef-i azîm vardır.
Hem ihbar ediyorlar ki, dalâlet ve batalet ve belâhet şu'muyla (uğursuzluğuyla) sol yolda gidenler, müddet-i seferlerinde, açlık ve korkudan azîm bir ıztırap çekiyorlar. Herşeyden titriyorlar. Çünkü, aczleri içinde zayıftırlar. Herşeye tezellül ederler. Çünkü, fakirlikleri içinde muhtaçtırlar. Şehre yetiştiklerinde, bir-iki tanesi müstesna, ya hapis veya katledilirler.
Şimdi, ednâ bir aklı olan, ihtimal-i zarar bulunan yolu, zararsız yola, bir hiffet-i zâhirî için tercih etmez. Nasıl oluyor ki, kendini mükemmel ve âkıl zannettiği halde, öyle bir yolu tercih eder ki, o yolda, yüzde doksan dokuzâzam-ı zarar ihtimali vardır. Hem öyle bir yolu terk eder ki, yüzde doksan dokuz âzamü'n-nef' ihtimali o yolda vardır. Acaba, niçin bunu terk, onu tercih ederler? Sırf tembellik için, yalnız sûreten cüz'î bir hiffet-i zâhirî için. Hâlbuki, külliyetli bir sıkleti çekerler.
İşte, misâli anladın. Hakikati şudur ki:
Misafir, sensin. İstanbul, âlem-i âhiret ve berzahtır. Sağ yol tarik-i Kur'ân'dır ki, imandan sonra, salâta, yani namaza emreder. Sol yol, tarik-i ehl-i fısk ve tuğyandır. Ehl-i şuhud dediğimiz ehl-i hibre, enbiya ve evliyadır. Çünkü, hakikî velî, zevk-i şuhudî sahibidir. Âmînin itikad ettiği gaybî şeyleri bazan velî, aynı şeyi gözüyle veyahut kalble görüyor. Silâh ve zâd ise, iman-ı billâhtan neş'et eden tevekkül ve itimattır ki, bütün mehalik ve hâcâta karşı bir nokta-i istinad ve bir nokta-i istimdattır.
Evet, bir Kadîr-i Hafîz-i Alîme ve bir Ganiyy-i Kerîm-i Rahîme tevekkül etmekte öyle bir nokta-i istinad ve bir nokta-i istimdat bulunuyor ki, o noktalar, kelime-i tevhidin zımnında münderiç, o da namazda mündemiç, o da ubudiyetin içinde, o da teklifin zımnındadır.
Demek, ubudiyeti iltizam eden derecesine göre tenezzül ve tezellülden kurtulur. Herşeye tezellül, herşeye dilenci olmaktan necat bulur. Çünkü, Lâ ilâhe illallâh kelime-i kudsiyesi ifade eder ki, nef' ve zarar verici ancak Allah'tır. Ve hem zarar ve nef' de Onun izniyledir.