Şimdi de “sadeleştirme” tahrifi yapılan, mevzubahis kitapta değiştirilen kelimeler üzerinde duracağız. Örnek olarak birkaçı :
1- “Tabiat Risalesi”nde geçen “İhtar” kelimesi, “Uyarı” ile tercüme edilmiş. Halbuki “Uyarı” kelimesi, “Îkaz”ın karşılığıdır. “İhtar” ise, Türkçede tam karşılığı “Hatırlatma”dır.
2- “Nota” kelimesini, “Bildiri” diye mânalandırmış. Halbuki “Nota”nın risaledeki o makama mahsus mânası ile, “Yeni buluş” “Yeni çıkmış bir ahenk dizisi” gibi mânalar demektir.
3- Sahife 16, aslındaki “Yâni esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor” yerine “ Ya da sebeblerin birleşmesiyle o varlık var oluyor” yapılmış. “İçtima” kelimesini, “Birleşme” yapmış. Halbuki “İçtima”, “Toplanma” demektir. “Mevcud” kelimesinin tam mânası da “Var edilmiş, icad edilmiş” demektir ki onun sâniini, mûcidini bildirir. “Varlık” mânası ise, tabiat fikirli adamların tasavvurundan gelen bir mânadır.
4- Sahife 11’de, eserin aslında “sâir risalelerde” cümlesi, “çeşitli risalelerde” şeklinde tahrif edilmiş.
5- Sahife 15’de, asılda “Dinsizliği işmam eden” yerine “Dinsizlik kokan” şeklinde yapılmış. Halbuki “işmam” kelimesi, “koklatan, hissettiren, işaret veren” mânasındadır ki onun sâhibinin durumunu bildirmektedir. Halbuki “kokan” olursa, kelime masdar olup kendisinden dinsizlik kokmuş olur ki, te’vilsiz şekilde onu kullanan dinsiz olur, demektir.
6- Sahife 12’de, asılda “hatıra geliyor” yerine, “düşünüyor insan...”
İşte adı geçen kitap, sonuna kadar buna benzer yanlışlarla dolu olduğu gibi; bilhassa halk tabakasında çok az kimselerin bildiği ve solcular tarafından dilimizi bozmak için ortaya atılan uydurma kelimelerle kitap daha anlaşılmaz hale getirilmiştir.
Meselâ : Herkesin bildiği “tercüme” kelimesini, “çeviri” diye yazmış. Hem meselâ, ekseriyetin bilmediği “kurgu” gibi kelimeler kullanılmış.
Şimdi vicdan ehline soralım : Bunlar ve benzeri ma’nidar, İslâmî ve müellifin çok ince murad ve maksadlarını aksettiren kelimelerin değiştirilmesinde acaba hangi ihtiyaç, hangi zaruret vardır?
Muharref kitapta sahife 9’dan 11’e kadar “Tabiatçılık” mefhumunu izah eden yazısında, halk seviyesine indirme iddialarına aykırı düşen bir çok Arabça ve ecnebî lügatlardan müteşekkil terkibler ve cümleler kullanılmıştır ki; bugünkü nesilden ancak felsefe kitaplarını okuyanlar onları anlayabilir.
Bununla, ileri sürdükleri düşüncelerinin tam zıddına hareketleri vâki’ olmakla, tezad ve tenakuzun içine girmiş bulunuyorlar.
Kur’an lisanı olan Arabî kelimeler ki; bin seneden beri dilimize, dinimize, dimağımıza, kültürümüze yerleşmiş ve kaynaşmışlardır. Bu kelimelerin mecrasıyla gelen mânalar elbette ki, daha tesirli, daha câzibedar olacaktır.
Hem onları Hz. Bediüzzaman nahiv, mantık, kelâm, bedi’, maâni gibi İslâmî ilimlerin birer ıstılahı olarak düşünmüş, almış ve kullanmıştır.