İşte şerh ve izahın ne olduğunu ve nasıl olabileceğini gördük!.. Bunun nümunelerini de Hz. Üstad bizzat kendi hayatında yapmış ve göstermiştir.
İkinci Mesele : 1950’de Tarihçe-i Hayatı hazırlayanların, Hz. Üstad’ın eski nutuk ve makalelerini sadeleştirdikleri meselesidir.
Bu iddianın aslı yoktur. Çünki Hz. Üstad’ın eski makalelerine, başkasının tek bir kelimesi dahi karışmış değildir. Ve kimsenin haddine düşmez ki, Hz. Üstad’ın yanında ve huzurunda öylesi bir tahrife kalkışmış olsun. Bir tasarruf olmuşsa, doğrudan doğruya Hz. Üstad tarafından olmuştur.
Bu meselede tenakuz ve tezadın acib bir örneği de şudur ki : Nurlarda tahrif iddiasını işâaya çalışanlara sahte sermaye verenler, bazı nüsha farklarını velveleli iftiralarına sermaye ittihaz etmişlerken; burada ise, o gibi nüsha farklarını, sadeleştirme dedikleri tahriflerine bir delil görüp meşru’ göstermeye çabalamalarıdır.
Üçüncü Mesele : Tahrif yapanları, Hz. Üstad’ın tebrik ettiğini ileri sürmeleridir. Bu konuda delil olarak tek bir vesika ve bir delil mevcud değildir. Zâten gösterdiğimiz örnek deliller, böyle bir iddiayı açıkça reddetmektedir.
D) Takdim yazısının beşinci maddesinde de; Nur müellifinin te’lif safhalarında zamana göre üslûbunu ve Türkçesini değiştirdiğini ve Risale-i Nurlarda Arabî bazı kelimelerin yanında Türkçelerini de kullandığını ileri sürmekle, kendilerinin de bu işde selâhiyetli olduklarına delil getirmişlerdir.
Bu iddiaya karşı belki bazı kimseler aldanır, kalbi vesveselenir diye tafsilatı terkedip, bir iki kelime ile cevap vermek zorundayız, şöyle ki :
Hz. Bediüzzaman’ın lehçe ve üslûbu ve kullandığı Türkçesi, hiçbir zaman değişmemiştir. Ancak eski eserlerinde icmal, iğlak ve îcaz olmasına karşılık, Risale-i Nur adındaki yeni eserlerinde ise tafsil, izah ve tenvir vardır.
Ayrıca da, bu eserlerin müellifi kendisidir. Hz. Üstad Bediüzzaman’dır. Dolayısıyla tasarruf da kendisinin olur. Öyle olunca da o zaman öyle yazar, bu zaman da böyle yazar. Kendisinin tensib ettiği bir husustur. İsteseydi lehçesini ve üslûbunu da değiştirebilirdi. Onun bu tarz te’lif safhaları acaba hangi yol ve hangi kanunla bizim o mürşid-i ümmet olan büyük din müceddidi ve koca Bediüzzaman’ın yazdığı eserlerinde tasarruf yapmamıza izin teşkil edebiliyor?..
Arabî “Habbe” Risalesi başındaki İfade-i Meram’da meâlen şöyle diyor :
“Ben sünûhat-ı kalbiyemde, izahat için tahririnden gelen aczden ve tağyirinden gelen havfdan dolayı tasarruf edemiyorum. Ancak, doğduğu gibi yazıyorum.
Haydi eserlerinde bazı tasarruflar yapalım diyelim. Acaba Hz. Üstad namına yapılacak bu tasarrufu, Hz. Üstad’ın beğenip beğenmiyeceğini bilmek imkânı var mı?
Mâdem yoktur, o halde Hz. Üstad’ın vefatından sonra, nâşir ve sâhiblerin musahhah eserlere istinaden yapacakları tashihattan başka her türlü tasarrufların yapılamıyacağı aklen ve mantıkan zaruridir. Zira eserlerin ekseriyet-i mutlakası ilhama dayanıyor. Akl-ı beşerî ise, ilhama müdahale edemez.
------o0o------