Aziz, sıddık kardeşlerim,
Madem Risale-i Nur, makine ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur’a yapışıyorlar. Elbette, bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor, şöyle ki: Risale-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir, belki muzır kısmınadır.
Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve sanatın terakkiyâtına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise Kur’ân ile barışıktır.
Belki Kur’ân’ın hikmetine hâdimdir, muâraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor. İkinci kısım felsefe ise dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi sefâhet ve lehviyât ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur’ân’ın mucizekâr hakikatleriyle muâraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve burhanlı muvâzenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakim, menfaattar felsefeye ilişmiyor.
Onun için mektepliler, Risale-i Nur’a itirazsız çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler. Fakat gizli münafıklar, nasıl ki bir kısım hocaları bütün bütün manasız ve haksız bir tarzda, ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istîmal ettikleri gibi bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip, Nur’lar aleyhinde istîmal etmek ihtimaline binâen, bu hakikat
“Asâ-yı Musa” ve “Zülfikâr” mecmuaları başında yazılsa münasip olur.
İmam Ali (radiyallâhu anh) “Celcelûtiye”sinde pek kuvvetli ve sarahate yakın bir tarzda Risale-i Nur’dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini “Yirmi Sekizinci Lem’a” ile “Sekizinci Şuâ” tam isbat etmişler ve İmam Ali (radiyallâhu anh), Risale-i Nur’un en son risalesini Celcelûtiye’de fıkrasıyla haber veriyor.
Biz bir-iki sene evvel “Âyetü’l-Kübrâ”yı en son zannetmiştik. Hâlbuki şimdi altmış dörtte (Milâdî 1948) telifçe Risale-i Nur’un tamam olması ve bu cümle-i Aleviye’nin meâlini, yani karanlığı dağıtacak, Asâ-yı Musa (aleyhisselâm) gibi ışık verecek, sihirleri iptal edecek bir risaleden haber vermesi ve bu mecmuanın “Meyve” kısmı bir müdâfaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi, “Hüccetler” kısmı da Nur’lara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izale edip Ankara ehl-i vukûfunu teslime ve takdire mecbur etmesi ve istikbaldeki zulmetleri izale edeceğine çok emareler bulunması ve Asâ-yı Musa (aleyhisselâm) bir taşta on iki çeşme akıtmasına 3 ve on bir mucizeye medar olmasına mukabil ve müşâbih, bu son mecmua dahi
Meyve, on bir mesele-i nurâniyesi ve Hüccetullâhi’l-Bâliğa kısmı, on bir hüccet-i kâtıası bulunması cihetinde– bize kanaat verdi ki; İmam Ali (radiyallâhu anh), o fıkra ile doğrudan doğruya bu Asâ-yı Musa ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârâne haber veriyor. Said Nursî