Hindistan’ın büyük velîlerinden. Âilesi tarafından tam bir islâm terbiyesi ile yetiştirildi. Kalbine İslâm âlimlerinin sevgisi yerleştirildi. Doğum târihi tesbit edilemeyen Şemseddîn Pâni-pütî, 1336 (H.736) senesinde vefât etti. Seyyid olup hazret-i Hüseyin’in neslindendir.
AŞK, SEVGİ VE HEVES
Âilesi tarafından tam bir islâm terbiyesi ile yetiştirildi. Kalbine İslâm âlimlerinin sevgisi yerleştirildi. Kendisi büyüdükçe, kalbindeki muhabbet ateşi alevlenip fazlalaşıyordu. Bu muhabbet dayanılamayacak hâle gelince, kendisine irşâd edici, yol gösterici bir mürşid-i kâmil aramak üzere, bulunduğu Verşâne şehrinden çıkıp, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmaya başladı. Mültan şehri civârına geldiğinde, Kutb-ül-kâmilîn hazret-i Hâce Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker ile karşılaştı. O büyük zâtın sohbetlerinde bulunup, icâzet aldı. Bundan sonra, Genc-i Şeker hazretlerinin izni, işâreti ve emri ile, Kalyar şehri tarafına gitti. Orada, Tâc-ül-Evliyâ Gavs-ı Samedânî Hâce Alâüddîn Ali Ahmed Sâbir hazretlerini bulup, onun bereketli sohbetlerine kavuştu.
GÖNLÜ ALLAH'A ADAMAK
Rivâyet edilir ki, her kimin mühim bir işi, derdi, sıkıntısı, müşkili bulunduğunda, abdest alıp, Hâce Şemseddîn’in mübârek ismini yüz bin defâ okusa, bunu yapmak zor geliyorsa, bir miktar kimse toplanıp, bölüşerek okusalar ve yüz bine tamamlasalar, Allahü teâlâ, Şemseddîn Pâni-pütî’nin mübârek ismi hürmetine, o kimsenin sıkıntısını, ihtiyâcını giderir. Şu kadar var ki, bunu yapanların Ehl-i sünnet îtikâdında olup, haramlardan sakınmaları ve bunu abdestli olarak, sıdk ve ihlâs ile okumaları şarttır. Hâce Şemseddîn çok mal ve servete kavuştu ise de, bunların hiçbirine meyletmedi. Her ân gönlü Allahü teâlâ ile berâberdi.
HAKK DOSTLARINDAN HİKMETLER
Bir gün, yanında bulunan atını duâ ederek salıverdi. At oradan süratle uzaklaştı. Bu sırada, Şemseddîn Pâni-pütî’nin bulunduğu yere uzak bir yerde, dul bir kadın ve bir de kızı vardı. O kadıncağız kızını evlendirecekti. Fakat hiçbir hazırlıkları, malları ve paraları da yoktu. Şemseddîn Pâni-pütî, Allahü teâlânın izni ile onların bu hâline vâkıf olup, atını bunun için göndermiş ve bunun için duâ etmişti. O duâ bereketi ile, o at gelip, o dul kadının yanında durdu. Kadın bu hâle bir mânâ veremeyip hayretle bakarken, gâibden bir sesin kendisine; “Ey ihtiyar hanım! Bu atı sat! Kızının masraflarına ihtiyaçlarına harca!” dediğini duydu. Kadın bildirileni yaptı. Böylece rahatlamış, büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş oldu. Hâce Şemseddîn kalan malını da bu şekilde Allah rızâsı için dağıtıp, kendisi Pâni-püt şehrine geldi; orada talebelerine ders okutmakla meşgûl oldu.
KERAMETLER VE MENKIBELER
Şems-ül-evliyâ hazretleri bir gün, şehrin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir meclisde oturuyordu. Kendisinin seyyid olduğunu iddiâ eden bir kimse de orada idi. Bu kimse Şems-ül-evliyâ’ya; “Sizin seyyid olduğunuz nereden belli? Bunu nasıl isbât edersiniz?” dedi. Bu münâsebetsiz suâle üzülen Şems-ül-evliyâ; “Babamdan ve dedelerimden duyduğum gibi, bunu isbât eden şecere de yanımda saklıdır.” dedi. O kimse daha da ileri giderek; “Bu tam bir isbât değil. Daha katî bir şey göstermeniz lâzım.” dedi. Şemseddîn hazretleri buna daha çok üzüldü. Celâllendi, Hâşimî damarı harekete geldi ve; “Gerçi bu isbât şekli şimdiye kadar tatbik edilmiş değil ama, şimdi bundan daha katî bir yol kalmadı. Mecbûren, “Seyyidlerin kılı ateşte yanmaz.” kâidesini göstereceğiz. Hemen büyük bir tandır hazırlasınlar. Mâdem sen de seyyid olduğunu söylüyorsun, birlikte o tandıra gireriz.” buyurdu.
ANLADIKÇA ARTAN MUHABBET
O kimse daha önce cüretkâr sözler söylediği için, şimdi bu sözlere îtirâz edemedi yakınında bulunan büyük bir tandır yakılıp, kızdırıldı. Şems-ül-evliyâ, hiç çekinmeden o kızgın tandıra girdi. Fakat, o girer girmez, Allahü teâlânın izni ile tandırın sıcaklığı geçti. Elbisesinden bir iplik bile yanmadı. Tandırın içinde gaybdan bir pınar peydâ oldu. Şemseddîn, o pınardan abdest aldı. İki rekat namaz kıldı. Sonra dışarıda bekleyen o kimseye seslenip; “Ey Seyyid(!) kardeşim. Niçin tandıra girmiyorsun. Beklemen çok uzadı.” dedi. O kimse, mahcûbiyetinden biraz daha ilerledi, ateşi gördü. Pek yakıcı ve korkunç idi. Kalbine dokundu, yüzünün rengi değişti. Buna rağmen iki adım daha atıp, tandırın başına geldi. Yükselen alev, pardesüsünün eteğini tutuşturunca, feryâd etmeye başladı. Sonra, Şems-ül-evliyâ hazretleri tandırdan çıkıp, o kimsenin tutuşan pardesüsünü söndürdü. Bu hâdiseyi başından beri tâkib edenler, hayretler içerisinde kaldılar. O zâtın seyyid olmadığı, yalancı birisi olduğu anlaşılmış oldu. Orada bulunanların, Şems-ül-evliyâ hazretlerine olan muhabbetleri, böylece daha çok arttı.
EBCED HESABI
Hâce Şemseddîn Türk’e, hocası Alâüddîn Sâbir hazretleri senelerce önce; “Şems-ül-evliyâ (Evliyânın güneşi)” lakabını vermişti. Buradaki harflerin sayılarının toplamı, Ebced hesâbına göre 736 etmekte, bu ise, o büyük zâtın hicrî vefât senesine karşılık gelmektedir. Hâce Alâüddîn hazretlerinin bu ismi vermesinin bir kerâmet ve Hâce Şemseddîn’in, evliyânın güneşi olmasının, Allahü teâlâ tarafından kabûl edilmesine bu uygunluğun bir işâret olduğunu âlimler bildirmişlerdir.
HİDÂYET SEMÂSININ GÜNEŞİ
AŞK, SEVGİ VE HEVES
Âilesi tarafından tam bir islâm terbiyesi ile yetiştirildi. Kalbine İslâm âlimlerinin sevgisi yerleştirildi. Kendisi büyüdükçe, kalbindeki muhabbet ateşi alevlenip fazlalaşıyordu. Bu muhabbet dayanılamayacak hâle gelince, kendisine irşâd edici, yol gösterici bir mürşid-i kâmil aramak üzere, bulunduğu Verşâne şehrinden çıkıp, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmaya başladı. Mültan şehri civârına geldiğinde, Kutb-ül-kâmilîn hazret-i Hâce Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker ile karşılaştı. O büyük zâtın sohbetlerinde bulunup, icâzet aldı. Bundan sonra, Genc-i Şeker hazretlerinin izni, işâreti ve emri ile, Kalyar şehri tarafına gitti. Orada, Tâc-ül-Evliyâ Gavs-ı Samedânî Hâce Alâüddîn Ali Ahmed Sâbir hazretlerini bulup, onun bereketli sohbetlerine kavuştu.
GÖNLÜ ALLAH'A ADAMAK
Rivâyet edilir ki, her kimin mühim bir işi, derdi, sıkıntısı, müşkili bulunduğunda, abdest alıp, Hâce Şemseddîn’in mübârek ismini yüz bin defâ okusa, bunu yapmak zor geliyorsa, bir miktar kimse toplanıp, bölüşerek okusalar ve yüz bine tamamlasalar, Allahü teâlâ, Şemseddîn Pâni-pütî’nin mübârek ismi hürmetine, o kimsenin sıkıntısını, ihtiyâcını giderir. Şu kadar var ki, bunu yapanların Ehl-i sünnet îtikâdında olup, haramlardan sakınmaları ve bunu abdestli olarak, sıdk ve ihlâs ile okumaları şarttır. Hâce Şemseddîn çok mal ve servete kavuştu ise de, bunların hiçbirine meyletmedi. Her ân gönlü Allahü teâlâ ile berâberdi.
HAKK DOSTLARINDAN HİKMETLER
Bir gün, yanında bulunan atını duâ ederek salıverdi. At oradan süratle uzaklaştı. Bu sırada, Şemseddîn Pâni-pütî’nin bulunduğu yere uzak bir yerde, dul bir kadın ve bir de kızı vardı. O kadıncağız kızını evlendirecekti. Fakat hiçbir hazırlıkları, malları ve paraları da yoktu. Şemseddîn Pâni-pütî, Allahü teâlânın izni ile onların bu hâline vâkıf olup, atını bunun için göndermiş ve bunun için duâ etmişti. O duâ bereketi ile, o at gelip, o dul kadının yanında durdu. Kadın bu hâle bir mânâ veremeyip hayretle bakarken, gâibden bir sesin kendisine; “Ey ihtiyar hanım! Bu atı sat! Kızının masraflarına ihtiyaçlarına harca!” dediğini duydu. Kadın bildirileni yaptı. Böylece rahatlamış, büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş oldu. Hâce Şemseddîn kalan malını da bu şekilde Allah rızâsı için dağıtıp, kendisi Pâni-püt şehrine geldi; orada talebelerine ders okutmakla meşgûl oldu.
KERAMETLER VE MENKIBELER
Şems-ül-evliyâ hazretleri bir gün, şehrin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir meclisde oturuyordu. Kendisinin seyyid olduğunu iddiâ eden bir kimse de orada idi. Bu kimse Şems-ül-evliyâ’ya; “Sizin seyyid olduğunuz nereden belli? Bunu nasıl isbât edersiniz?” dedi. Bu münâsebetsiz suâle üzülen Şems-ül-evliyâ; “Babamdan ve dedelerimden duyduğum gibi, bunu isbât eden şecere de yanımda saklıdır.” dedi. O kimse daha da ileri giderek; “Bu tam bir isbât değil. Daha katî bir şey göstermeniz lâzım.” dedi. Şemseddîn hazretleri buna daha çok üzüldü. Celâllendi, Hâşimî damarı harekete geldi ve; “Gerçi bu isbât şekli şimdiye kadar tatbik edilmiş değil ama, şimdi bundan daha katî bir yol kalmadı. Mecbûren, “Seyyidlerin kılı ateşte yanmaz.” kâidesini göstereceğiz. Hemen büyük bir tandır hazırlasınlar. Mâdem sen de seyyid olduğunu söylüyorsun, birlikte o tandıra gireriz.” buyurdu.
ANLADIKÇA ARTAN MUHABBET
O kimse daha önce cüretkâr sözler söylediği için, şimdi bu sözlere îtirâz edemedi yakınında bulunan büyük bir tandır yakılıp, kızdırıldı. Şems-ül-evliyâ, hiç çekinmeden o kızgın tandıra girdi. Fakat, o girer girmez, Allahü teâlânın izni ile tandırın sıcaklığı geçti. Elbisesinden bir iplik bile yanmadı. Tandırın içinde gaybdan bir pınar peydâ oldu. Şemseddîn, o pınardan abdest aldı. İki rekat namaz kıldı. Sonra dışarıda bekleyen o kimseye seslenip; “Ey Seyyid(!) kardeşim. Niçin tandıra girmiyorsun. Beklemen çok uzadı.” dedi. O kimse, mahcûbiyetinden biraz daha ilerledi, ateşi gördü. Pek yakıcı ve korkunç idi. Kalbine dokundu, yüzünün rengi değişti. Buna rağmen iki adım daha atıp, tandırın başına geldi. Yükselen alev, pardesüsünün eteğini tutuşturunca, feryâd etmeye başladı. Sonra, Şems-ül-evliyâ hazretleri tandırdan çıkıp, o kimsenin tutuşan pardesüsünü söndürdü. Bu hâdiseyi başından beri tâkib edenler, hayretler içerisinde kaldılar. O zâtın seyyid olmadığı, yalancı birisi olduğu anlaşılmış oldu. Orada bulunanların, Şems-ül-evliyâ hazretlerine olan muhabbetleri, böylece daha çok arttı.
EBCED HESABI
Hâce Şemseddîn Türk’e, hocası Alâüddîn Sâbir hazretleri senelerce önce; “Şems-ül-evliyâ (Evliyânın güneşi)” lakabını vermişti. Buradaki harflerin sayılarının toplamı, Ebced hesâbına göre 736 etmekte, bu ise, o büyük zâtın hicrî vefât senesine karşılık gelmektedir. Hâce Alâüddîn hazretlerinin bu ismi vermesinin bir kerâmet ve Hâce Şemseddîn’in, evliyânın güneşi olmasının, Allahü teâlâ tarafından kabûl edilmesine bu uygunluğun bir işâret olduğunu âlimler bildirmişlerdir.
HİDÂYET SEMÂSININ GÜNEŞİ
İlginizi Çekebilir