Meşhûr velî, hadîs, usûl, nahiv, edebiyât ve Şâfiî fıkıh âlimi. Şâir ve hatîb. İsmi, Muhammed, babasınınki Ali'dir. Ebü'l-Feth künyesini almış, Kuşeyrî nisbet edilip, Takıyyüddîn lakabı verilmiştir. İbn-i Dakîk-ul-Îd nâmıyla meşhûrdur. 1228 (H.625) senesinde Kızıldeniz'le Hicâz arasında bulunan Yenba şehrinde doğdu. 1302 (H.702) senesinde Kâhire'de vefât etti.
HAYATI VE TAHSİLİ
Takıyyüddîn ibni Dakîk-ül-Îd doğunca, babası onu Mekke-i mükerremeye götürdü. Kucağına alıp birlikte Kâ'be-i muazzamayı tavâf eyledi. Daha sonra Allahü teâlâya münâcaatta bulunup, çocuğunun "Âlim ve ilmiyle âmil." olması için yalvardı. Duâsının kabûl olduğu kalbine ilhâm olundu. Memleketine dönüp, evlâdını en iyi şekilde yetiştirmek için gayret etti. Küçük yaştan îtibâren ona Kur'ân-ı kerîm öğretti. Arapçayı en iyi konuşan kabîleler arasına götürdü. Oğluna, dînin temel bilgilerini, hadîs ve Mâlikî mezhebi fıkıh ilmini öğretti. Kur'ân-ı kerîm kırâatinde çok ilerleyen İbn-i Dakîk-ül-Îd, hadîs-i şerîf öğrenmek için Dımeşk, İskenderiyye ve daha başka yerlere gitti. Başta babasından olmak üzere birçok âlimin ilminden istifâde etti.
Mâlikî ve Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerinde ve usûl bilgilerinde söz sâhibi oldu. Târih, Arabî bilgiler ve aklî ilimlerde çok ileriydi. Zamânındaki âlimlerden bâzıları onun müctehidlik makâmına yükseldiğini söylediler.
DOĞRU YOLUN YOLCUSU
İmâm-ı Sübkî, İbn-i Dakîk-ül-Îd'in her asırda gönderilen ve dîne karışan bid'atleri ayıklayan müceddidlerden olduğunu söyledi. O, hiç şüphe ve tereddütsüz doğru yolun yolcusuydu. Her yönüyle üstün vasıflara, maddî mânevî güzelliklere sâhipti. Dînî meseleleri hâlletmekte, suâllere uygun cevap bulmakta çok mâhirdi. Bir meselenin içinden çıkamayana hemen yardım eder, sıkıntılarını giderirdi. Ortaya sürdüğü delîlleri, söylediği sözleri herkes tarafından hayret ve takdirle karşılanırdı.Çok az konuşurdu. Söylediklerini açık söyler, herkesin anlamasını isterdi. Kimse ile, hiçbir şekilde münâkaşa yapmaz, anlaşmazlık ve tereddütleri herkesi tatmin edecek bir şekilde hâllederdi. Meşgâlesi çok olmasına rağmen hiçbir şekilde ilimden uzak kalmazdı. Hiçbir işi onu ilimden alıkoyamazdı. Gece ve gündüz ilim ve tefekkürle meşgûl olmayı, zikretmeyi, kendisine aslî vazife kabûl etmişti.
BİR İLİM DERYÂSI
Allahü teâlâya ulaştıran en sağlam yol olduğundan takvâya, yâni haram ve şüphelilerden sakınmada çok titizdi. Zamânının âlimlerinden hiçbirinin tâkat getiremeyecekleri araştırma ve inceleme işini üstlendi. Elde ettiği mevki ve makamlarla oyalanmayı bırakarak ve çekişmelerden uzak kalarak, din ve ilim yolunda oldu. İlmi ve onunla amel etmeyi kendisine en üstün görev bildi. Bundan dolayıdır ki, yüz sene sonra, bir büyük zât onun hakkında şöyle buyurmuştur: "İnsanlar arasında onun gibisini görmedim. İlim, din ve nezâket sâhibi idi. Bundan dolayı da, kadri, makâm ve ünü büyük oldu. Hakîkaten kim ilim ağacı ekerse, şeref meyvesi toplar. İşte bu zât, herkesin kabûl ettiği fazîletlerin hepsini kendisinde topladı."
İNSANLARIN KILAVUZU
Kâdılığı esnâsında verdiği kararlarla çok iyi bir örnek olmuştu. Bu hayırlı işlerinden bir tânesi şöyle idi: O zamanda hâkimler, mahkemeye üzerlerine bir şal alarak çıkarlardı. Kâdı Takıyyüddîn, üzerine yünden yapılmış bir kumaş alarak çıktı. Bu hâl, ondan sonra kâdılar tarafından devâm ettirildi. Zamânının idârecilerine mektup yazarak, onlara nasîhat eder kötülüklerden sakındırır, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymalarını tavsiye ederdi. İhmîm şehri kâdısı Muhlis Behnisî'ye yazdığı mektubu meşhûrdur. Hakkı ve hakîkati her yerde kabûl ederdi. İnsâf sâhibi bir kimse olup, muhâtabının kendisine üstünlüğünü hiç çekinmeden söyler, onu takdîr ederdi.
MÜ'MİNÛN SURESİNİN SIRRI
İbn-i Dakîk-ül-Îd, geceleri uyumazdı. Bâzan sabahlara kadar aynı âyetleri okuyarak, Allahü teâlânın büyüklüğünü tefekkür ederdi. Hattâ bir gün Mü'minûn sûresini okurken, bu sûrenin 101'inci âyetini güneş doğuncaya kadar dilinden düşürmemişti. İbn-ül-Kettânî anlatır: "Bir gün huzûruna çıkmıştım. Bana cildli bir kitap verdi ve; "Geçtiğimiz gece mütâlaası ile meşgûl olduğum kitaptır." buyurdu."
Kitaplarında zikrettiği garib olaylar, değişik yorumlar ve nakiller, başka kitaplarda bulunmaz. Araştırma ve incelemesi yüksek ve genişti. Bu konuda kendisine denk hiçbir araştırıcı yoktu. Bunu, kendisini sevmeyenler, kusûr bulanlar da kabûl etmiştir.
“BEN CİMRİ OLAMAM”
Hadîs öğrettiği talebelerinden Muhammed bin Havâsibî anlatır: "Hocam bana her zaman bir şeyler verirdi. Bir gün hiçbir şeyim kalmamıştı. Bunun üzerine bir kağıda; "Hizmetçiniz Muhammed el-Kûsî çok ihtiyaç içinde kalmıştır." diye yazdım. Kendisine gönderdim. O da benim için bir şey yazdı. Sonra ikinci günü ben tekrar; "Hizmetçiniz İbn-ül-Havâsibî." diye yazdım. O da benim için bir şey yazdı. Sonra üçüncü gün oldu, ben tekrar; "Hizmetçiniz Muhammed." diye yazdım.
HAYATI VE TAHSİLİ
Takıyyüddîn ibni Dakîk-ül-Îd doğunca, babası onu Mekke-i mükerremeye götürdü. Kucağına alıp birlikte Kâ'be-i muazzamayı tavâf eyledi. Daha sonra Allahü teâlâya münâcaatta bulunup, çocuğunun "Âlim ve ilmiyle âmil." olması için yalvardı. Duâsının kabûl olduğu kalbine ilhâm olundu. Memleketine dönüp, evlâdını en iyi şekilde yetiştirmek için gayret etti. Küçük yaştan îtibâren ona Kur'ân-ı kerîm öğretti. Arapçayı en iyi konuşan kabîleler arasına götürdü. Oğluna, dînin temel bilgilerini, hadîs ve Mâlikî mezhebi fıkıh ilmini öğretti. Kur'ân-ı kerîm kırâatinde çok ilerleyen İbn-i Dakîk-ül-Îd, hadîs-i şerîf öğrenmek için Dımeşk, İskenderiyye ve daha başka yerlere gitti. Başta babasından olmak üzere birçok âlimin ilminden istifâde etti.
Mâlikî ve Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerinde ve usûl bilgilerinde söz sâhibi oldu. Târih, Arabî bilgiler ve aklî ilimlerde çok ileriydi. Zamânındaki âlimlerden bâzıları onun müctehidlik makâmına yükseldiğini söylediler.
DOĞRU YOLUN YOLCUSU
İmâm-ı Sübkî, İbn-i Dakîk-ül-Îd'in her asırda gönderilen ve dîne karışan bid'atleri ayıklayan müceddidlerden olduğunu söyledi. O, hiç şüphe ve tereddütsüz doğru yolun yolcusuydu. Her yönüyle üstün vasıflara, maddî mânevî güzelliklere sâhipti. Dînî meseleleri hâlletmekte, suâllere uygun cevap bulmakta çok mâhirdi. Bir meselenin içinden çıkamayana hemen yardım eder, sıkıntılarını giderirdi. Ortaya sürdüğü delîlleri, söylediği sözleri herkes tarafından hayret ve takdirle karşılanırdı.Çok az konuşurdu. Söylediklerini açık söyler, herkesin anlamasını isterdi. Kimse ile, hiçbir şekilde münâkaşa yapmaz, anlaşmazlık ve tereddütleri herkesi tatmin edecek bir şekilde hâllederdi. Meşgâlesi çok olmasına rağmen hiçbir şekilde ilimden uzak kalmazdı. Hiçbir işi onu ilimden alıkoyamazdı. Gece ve gündüz ilim ve tefekkürle meşgûl olmayı, zikretmeyi, kendisine aslî vazife kabûl etmişti.
BİR İLİM DERYÂSI
Allahü teâlâya ulaştıran en sağlam yol olduğundan takvâya, yâni haram ve şüphelilerden sakınmada çok titizdi. Zamânının âlimlerinden hiçbirinin tâkat getiremeyecekleri araştırma ve inceleme işini üstlendi. Elde ettiği mevki ve makamlarla oyalanmayı bırakarak ve çekişmelerden uzak kalarak, din ve ilim yolunda oldu. İlmi ve onunla amel etmeyi kendisine en üstün görev bildi. Bundan dolayıdır ki, yüz sene sonra, bir büyük zât onun hakkında şöyle buyurmuştur: "İnsanlar arasında onun gibisini görmedim. İlim, din ve nezâket sâhibi idi. Bundan dolayı da, kadri, makâm ve ünü büyük oldu. Hakîkaten kim ilim ağacı ekerse, şeref meyvesi toplar. İşte bu zât, herkesin kabûl ettiği fazîletlerin hepsini kendisinde topladı."
İNSANLARIN KILAVUZU
Kâdılığı esnâsında verdiği kararlarla çok iyi bir örnek olmuştu. Bu hayırlı işlerinden bir tânesi şöyle idi: O zamanda hâkimler, mahkemeye üzerlerine bir şal alarak çıkarlardı. Kâdı Takıyyüddîn, üzerine yünden yapılmış bir kumaş alarak çıktı. Bu hâl, ondan sonra kâdılar tarafından devâm ettirildi. Zamânının idârecilerine mektup yazarak, onlara nasîhat eder kötülüklerden sakındırır, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymalarını tavsiye ederdi. İhmîm şehri kâdısı Muhlis Behnisî'ye yazdığı mektubu meşhûrdur. Hakkı ve hakîkati her yerde kabûl ederdi. İnsâf sâhibi bir kimse olup, muhâtabının kendisine üstünlüğünü hiç çekinmeden söyler, onu takdîr ederdi.
MÜ'MİNÛN SURESİNİN SIRRI
İbn-i Dakîk-ül-Îd, geceleri uyumazdı. Bâzan sabahlara kadar aynı âyetleri okuyarak, Allahü teâlânın büyüklüğünü tefekkür ederdi. Hattâ bir gün Mü'minûn sûresini okurken, bu sûrenin 101'inci âyetini güneş doğuncaya kadar dilinden düşürmemişti. İbn-ül-Kettânî anlatır: "Bir gün huzûruna çıkmıştım. Bana cildli bir kitap verdi ve; "Geçtiğimiz gece mütâlaası ile meşgûl olduğum kitaptır." buyurdu."
Kitaplarında zikrettiği garib olaylar, değişik yorumlar ve nakiller, başka kitaplarda bulunmaz. Araştırma ve incelemesi yüksek ve genişti. Bu konuda kendisine denk hiçbir araştırıcı yoktu. Bunu, kendisini sevmeyenler, kusûr bulanlar da kabûl etmiştir.
“BEN CİMRİ OLAMAM”
Hadîs öğrettiği talebelerinden Muhammed bin Havâsibî anlatır: "Hocam bana her zaman bir şeyler verirdi. Bir gün hiçbir şeyim kalmamıştı. Bunun üzerine bir kağıda; "Hizmetçiniz Muhammed el-Kûsî çok ihtiyaç içinde kalmıştır." diye yazdım. Kendisine gönderdim. O da benim için bir şey yazdı. Sonra ikinci günü ben tekrar; "Hizmetçiniz İbn-ül-Havâsibî." diye yazdım. O da benim için bir şey yazdı. Sonra üçüncü gün oldu, ben tekrar; "Hizmetçiniz Muhammed." diye yazdım.