Selçuklunun en parlak dönemlerinde Konya’da yaşayan Sadreddin Konevî Hz Konya'nın ilim çınarı olarak büyük bir alim büyük bir mürşid-i kamildir. Muhyiddin-i Arabî’nin talebesi olan Konevî Hz.Vahdet-i vücut anlayışının Anadoluda’ki en büyük temsilcisidir. Otuza yakın eseri vardır. Yazdığı eserleriyle Akşemseddin’in fikir dünyasını aydınlatmıştır.
Sadreddin Konevî 605-606/1208-09 yıllarında Malatya’da doğdu. Esas ismi Ebü’l-Meâlî Sadreddin Muhammed b. İshakb. Muhammed b. Yusuf el-Konevî’dir. Dedesinin adını aldı. Babası Mecdüddin İshak, kendisi gibi büyük bir âlim mutasavvıf ve Anadolu Selçukluları nezdinde itibarlı ve mevki sahibi bir zattı. Anadolu Selçuklu Sarayı ile Abbasi Halifesi arasında elçilik görevinde de bulundu. Sarayda şehzadelere de hocalık yaptı. Aynı zamanda ünlü mutasavvıf Muhyiddin Arabi’nin de yakın dostu idi.
MUHYİDDİN-İ ARABÎ’NİN ÜVEY OĞLU MÜRİDİ
Sadreddin Konevî, 618/1221 yılında babasını dokuz-on yaşlarda iken kaybetti. Küçük yaşlarda hıfzını tamamladı. Dönemin ilim adamlarından istifade etti, onlardan hadis ve fıkıh okudu. O yıllarda Anadolu’ya gelen Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin-i Arabî, annesiyle evlendi. Küçük Sadreddin bundan sonra tamamen babalığının terbiye ve tedrisi altına girdi. İyi bir tahsil gördü. Muhyiddin-i Arabi ile birlikte Halep ve Şam’a gitti. Devamlı onun derslerini takip etti. Onun vefatından sonra büyük âlim ve mutasavvıf Evhâdüddin Kirmânî’den feyz aldı. Sadreddin Konevî’nin, “Ben iki âlimden istifade ettim. Biri Evhadüddin, diğeri İbnü’l-Arabî’dir” dediği rivayet edilir.
Konevî uzun bir Suriye, Mısır ve Hac yolculuğundan sonra 1241 yılında Konya’ya yerleşti. Bundan sonra vefatına kadar Konya’dan ayrılmadı.
Sadreddin Konevî, vahdet-i vücut düşüncesinin Muhyiddin Arabî’den sonraki en önemli temsilcisi idi. Anadolu Selçuklu sultan ve devlet adamlarından büyük itibar gördü. Pek çok devlet adamı ders halkasında talebeleri ile birlikte ondan hadis okudu.
ŞEYH-İ KEBİR ÜNVANINI ALDI
Hadis ve tasavvufta ünü dünyaya yayılan Sadreddin Konevî’nin evi Konya’da Çeşme Kapısı denilen Konya Sur kapılarının birinin dışında ve şimdiki Konevî Türbesi’nin bulunduğu yerde idi. Bu mamure kendisine oğlunu tedavi ettiği için zamanın âlim ve ariflerinden aynı zamanda varlıklı şahsiyetlerinden birisi olan Hace-i Cihan (Hoca Cı-han) tarafından hediye edilmişti. Sonradan burası onun medresesi oldu, talebelerini burada okuttu. Vefatından sonra burası yeni vakıfarla desteklenerek cami, hanikâh, imaret, mektep ve türbe hâline getirildi.
Aksaraylı Kerimeddin Mahmut, Konevî hakkında şunları söyler:“Büyük Şeyh, Selçuk ülkesi Şeyhü’l-İslâmı idi. Bütün zamane şeyhlerinin en seçkini, devrinin ikinci İmam-ı Azamı sayılırdı. Hadis ilminde, manevi bilgilerde eşsizdi. Kendisine sultan divanlarında, Arap ve Acem diyarının halifesi diye hitap ederlerdi.”
“Bu İslâm şeyhinin göçmesinden sonra artık Müslümanlar arasında kemâl ve nur kalmadı.”
Hocası Muhyiddin Arabî İslâm âleminde Şeyh-i Ekber unvanıyla anılırken, Sadreddin Konevî de “Şeyh-i Kebir” unvanıyla anıldı. Konya’da binlerce talebe yanında, pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli insanlar yetiştirdi. Mevlâna’nın da kendisinden feyz aldığı rivayet olunur. Ahmet Efâkî, Menakıbü’l-Arifin isimli eserinde Mevlâna ile aralarındaki münasebet ve dostluğa ait pek çok menkıbe nakleder. Ayrıca Mevlâna, kendi cenaze namazının Sadreddin Konevî tarafından kıldırılmasını vasiyet etti. Sadreddin Konevî de Mevlâna’nın vefatında büyük üzüntü duydu. Kırk gün kabrini ziyaret etti.
Sadreddin Konevî, Hocası Muhyiddin Arabi’nin kendisinin yüksek makamlara kavuşması için çok uğraştığını, vefatından sonrada, üzerinde tasarruflarının devam ettiğini uzun uzun anlatır.
MEVLÂNA İLE AYNI YIL VEFAT ETTİ
Zamanın en büyük âlim ve velilerinden olan Sadreddin Konevî, kapısında uşakları, işçileri ve aşçıları olan, varlıklı ve zengin bir kişi olduğu rivayet edilir. Medrese, cami ve türbesi, yapılan zengin vakıfarla yıllar ve asırlarca bolluk içerisinde varlıklarını devam ettirdi. O servet ve zenginlik, büyük veliliğine, manevî yüceliğine, İslâmi ölçülere sıkı sıkıya bağlılığına engel teşkil etmedi. Hâlâ kerâmetleri dilden dile nakledilir.
Konevî’nin düşünce dünyası insan, Allah-varlık tasavvuruna dayanır. Allah Kâinatı ve kâinatta var olan her şeyi İlâhî bir rahmet ve sevgi ile yaratmıştır. İlâhî rahmet eseri olan bu evren büyük kâinat, insan ise küçük kâinattır. En mükemmel insan da insan-ı kâmil olan olgun insandır.
İslâm dünyasında özellikle Anadolu’da büyük etkinliği olan ve şeyh-i Ekber Muhyid-din Arabî’nın anlaşılmasında, yorumlarıyla büyük hizmeti geçen Sadreddin Konevî, 673 Hicrî, 1274 Milâdî yılı Muharrem ayının 16. pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın vefatı ile aralarında, on ay kadar bir zaman vardır. Oda, 1273 yılında vefat etmişti. Demek ki Konya, bir yıl içerisinde iki büyük âlimi ve iki mana sultanını kaybetmişti. Bu iki âlimin vefatı, gerçekten; “Âlemin ölümü” olmuş, ondan sonrada, Anadolu ve İslâm ülkelerini büyük bir bölümü Moğol istilâsı ile yıkılıp yakılmış, kütüphaneler yok edilmiş, çeşitli isyanlarla milyonlarca Müslüman acımasızca katledilmişti.
Sadreddin Konevî 605-606/1208-09 yıllarında Malatya’da doğdu. Esas ismi Ebü’l-Meâlî Sadreddin Muhammed b. İshakb. Muhammed b. Yusuf el-Konevî’dir. Dedesinin adını aldı. Babası Mecdüddin İshak, kendisi gibi büyük bir âlim mutasavvıf ve Anadolu Selçukluları nezdinde itibarlı ve mevki sahibi bir zattı. Anadolu Selçuklu Sarayı ile Abbasi Halifesi arasında elçilik görevinde de bulundu. Sarayda şehzadelere de hocalık yaptı. Aynı zamanda ünlü mutasavvıf Muhyiddin Arabi’nin de yakın dostu idi.
MUHYİDDİN-İ ARABÎ’NİN ÜVEY OĞLU MÜRİDİ
Sadreddin Konevî, 618/1221 yılında babasını dokuz-on yaşlarda iken kaybetti. Küçük yaşlarda hıfzını tamamladı. Dönemin ilim adamlarından istifade etti, onlardan hadis ve fıkıh okudu. O yıllarda Anadolu’ya gelen Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin-i Arabî, annesiyle evlendi. Küçük Sadreddin bundan sonra tamamen babalığının terbiye ve tedrisi altına girdi. İyi bir tahsil gördü. Muhyiddin-i Arabi ile birlikte Halep ve Şam’a gitti. Devamlı onun derslerini takip etti. Onun vefatından sonra büyük âlim ve mutasavvıf Evhâdüddin Kirmânî’den feyz aldı. Sadreddin Konevî’nin, “Ben iki âlimden istifade ettim. Biri Evhadüddin, diğeri İbnü’l-Arabî’dir” dediği rivayet edilir.
Konevî uzun bir Suriye, Mısır ve Hac yolculuğundan sonra 1241 yılında Konya’ya yerleşti. Bundan sonra vefatına kadar Konya’dan ayrılmadı.
Sadreddin Konevî, vahdet-i vücut düşüncesinin Muhyiddin Arabî’den sonraki en önemli temsilcisi idi. Anadolu Selçuklu sultan ve devlet adamlarından büyük itibar gördü. Pek çok devlet adamı ders halkasında talebeleri ile birlikte ondan hadis okudu.
ŞEYH-İ KEBİR ÜNVANINI ALDI
Hadis ve tasavvufta ünü dünyaya yayılan Sadreddin Konevî’nin evi Konya’da Çeşme Kapısı denilen Konya Sur kapılarının birinin dışında ve şimdiki Konevî Türbesi’nin bulunduğu yerde idi. Bu mamure kendisine oğlunu tedavi ettiği için zamanın âlim ve ariflerinden aynı zamanda varlıklı şahsiyetlerinden birisi olan Hace-i Cihan (Hoca Cı-han) tarafından hediye edilmişti. Sonradan burası onun medresesi oldu, talebelerini burada okuttu. Vefatından sonra burası yeni vakıfarla desteklenerek cami, hanikâh, imaret, mektep ve türbe hâline getirildi.
Aksaraylı Kerimeddin Mahmut, Konevî hakkında şunları söyler:“Büyük Şeyh, Selçuk ülkesi Şeyhü’l-İslâmı idi. Bütün zamane şeyhlerinin en seçkini, devrinin ikinci İmam-ı Azamı sayılırdı. Hadis ilminde, manevi bilgilerde eşsizdi. Kendisine sultan divanlarında, Arap ve Acem diyarının halifesi diye hitap ederlerdi.”
“Bu İslâm şeyhinin göçmesinden sonra artık Müslümanlar arasında kemâl ve nur kalmadı.”
Hocası Muhyiddin Arabî İslâm âleminde Şeyh-i Ekber unvanıyla anılırken, Sadreddin Konevî de “Şeyh-i Kebir” unvanıyla anıldı. Konya’da binlerce talebe yanında, pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli insanlar yetiştirdi. Mevlâna’nın da kendisinden feyz aldığı rivayet olunur. Ahmet Efâkî, Menakıbü’l-Arifin isimli eserinde Mevlâna ile aralarındaki münasebet ve dostluğa ait pek çok menkıbe nakleder. Ayrıca Mevlâna, kendi cenaze namazının Sadreddin Konevî tarafından kıldırılmasını vasiyet etti. Sadreddin Konevî de Mevlâna’nın vefatında büyük üzüntü duydu. Kırk gün kabrini ziyaret etti.
Sadreddin Konevî, Hocası Muhyiddin Arabi’nin kendisinin yüksek makamlara kavuşması için çok uğraştığını, vefatından sonrada, üzerinde tasarruflarının devam ettiğini uzun uzun anlatır.
MEVLÂNA İLE AYNI YIL VEFAT ETTİ
Zamanın en büyük âlim ve velilerinden olan Sadreddin Konevî, kapısında uşakları, işçileri ve aşçıları olan, varlıklı ve zengin bir kişi olduğu rivayet edilir. Medrese, cami ve türbesi, yapılan zengin vakıfarla yıllar ve asırlarca bolluk içerisinde varlıklarını devam ettirdi. O servet ve zenginlik, büyük veliliğine, manevî yüceliğine, İslâmi ölçülere sıkı sıkıya bağlılığına engel teşkil etmedi. Hâlâ kerâmetleri dilden dile nakledilir.
Konevî’nin düşünce dünyası insan, Allah-varlık tasavvuruna dayanır. Allah Kâinatı ve kâinatta var olan her şeyi İlâhî bir rahmet ve sevgi ile yaratmıştır. İlâhî rahmet eseri olan bu evren büyük kâinat, insan ise küçük kâinattır. En mükemmel insan da insan-ı kâmil olan olgun insandır.
İslâm dünyasında özellikle Anadolu’da büyük etkinliği olan ve şeyh-i Ekber Muhyid-din Arabî’nın anlaşılmasında, yorumlarıyla büyük hizmeti geçen Sadreddin Konevî, 673 Hicrî, 1274 Milâdî yılı Muharrem ayının 16. pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın vefatı ile aralarında, on ay kadar bir zaman vardır. Oda, 1273 yılında vefat etmişti. Demek ki Konya, bir yıl içerisinde iki büyük âlimi ve iki mana sultanını kaybetmişti. Bu iki âlimin vefatı, gerçekten; “Âlemin ölümü” olmuş, ondan sonrada, Anadolu ve İslâm ülkelerini büyük bir bölümü Moğol istilâsı ile yıkılıp yakılmış, kütüphaneler yok edilmiş, çeşitli isyanlarla milyonlarca Müslüman acımasızca katledilmişti.
İlginizi Çekebilir