Allah-ü teala “kullarım içinde gerçekten şükredenler pek azdır.” Buyuruyor. Çünkü hakiki şükrün gerçekleşmesinin bir takım şartları vardır. O şartlar yukarıda gayet veciz şekilde ifade edilmiş. Nedir onlar; verilen nimeti doğrudan doğruya cenabı haktan bilmek, onların değerini yürekten bilip takdir etmek ve o nimetlere ne kadar muhtaç olduğunu bütün varlığıyla iliklerine kadar hissetmek. Bu şartların gerçekleşmesi de ancak ramazan orucunu adabına uygun şekilde eda etmekle mümkün olur.
Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu hakiki açlık hissetmedikleri zaman çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor (anlamıyor). Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlarda hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. (Normal zamanda açlık yaşamayan insanlar, nimetlerin değerini bilmiyor. Çünkü nimetlerin değeri daha çok mahrum kalındıkları zaman anlaşılıyor. Nimetlerden mahrum kalmadan rutin olarak faydalanmaya devam eden insan o nimetlerin değerini bilmeden yaşıyor. Bu değer bilmezlikte hem bizzat kişinin kendisi açısından, hem çevresi açısından çok sıkıntıları beraberinde getiriyor. En büyük sıkıntı da şükür kapısının kapanması, cimrilik, bencillik ve nankörlük kapısının aralanmasıdır).
Halbuki; iftar vaktinde o kuru ekmek bir müminin nazarında çok kıymetdar (pek kıymetli) bir nimeti ilahiyye olduğuna kuvve-i zâikası (tat alma duyusu) şehadet eder. (iftar vaktinde iyice acıkmış haldeki bir saim (oruçlu), kuru bir parça ekmeğin dahi ne büyük nimet olduğunu, açlık sebebiyle son derece duyarlı hale gelmiş olan tat alma duygusunun tanıklığıyla ve yardımıyla anlamış olur).
Rivayete göre; Lokman (a.s.) oğluna “Oğlum! Daima en lezzetli gıdaları katık yaparak ekmeğini ye.” Tavsiyesinde bulunmuş. Oğlu “Baba en lezzetli gıdaları her zaman nerede bulacağız?” deyince Lokman (as) “Oğlum iyice acıktığın zaman yersen, ekmeğini her zaman en lezzetli katıklarla yemiş olursun.” diye cevap vermiş.
Yeri gelmişken nükteli bir bilgi paylaşalım. Büyük alim ve mütefekkirlerden Hasan Nedvi; “Müslümanların gerilemesiyle dünya neler kaybetti” ismini taşıyan eserinde şöyle bir tesbitini aktarıyor. Batılılar yedikleri yemekten daha fazla zevk alabilmek için bazı zamanlarda uzunca müddet bir şey yemeyerek iyice acıktıktan sonra yemek yerlermiş. Sırf yemekten daha fazla lezzet alabilmek için buradan şunu anlıyoruz ki; Müslüman, Allah için Allah’a karşı görevlerini yaparken aynı zamanda bir tek dünyası olanların hedefledikleri dünyevi-maddi kazanımlara da kanatlanmış oluyorlar.
Evet! Ramazan orucu sayesinde padişahtan ta en fukaraya kadar herkes ramazan-ı şerifte o nimetlerin kıymetini anlamakla bir şükrü maneviye mazhar olur. (Çünkü nimetin değerini bilmek manevi bir şükrün kapısını açar). Hem gündüzdeki yemekten memnuniyeti (uzak kalması) cihetiyle o nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde (nimetlerden istifade hususunda) hür değilim. Demek başkasının malıdır. (elimi uzatmak için) O’nun emrini bekliyorum diye nimeti nimet bilir. Bir şükrü manevi eder. Nimetin değerini bilip nimeti vereni düşünmekle manevi bir şükre kanatlanır. İşte bu suretle oruç çok cihetlerle hakiki vazifeyi insaniye olan (insanın en önemli kulluk vazifelerinden biri olan) şükrün anahtarı hükmüne geçer. O anahtar ile hakiki şükrün kapısı ardına kadar açılmış olur.
Selam ve dua ile.