Klasik ahlak kitaplarımıza baktığımız zaman, mezmûm huyların tanıtımlarının ardından, tedavi yol ve çarelerine dair mutlaka bir fasıl açıldığını görürüz. Kibir illeti hakkında da aynı durum söz konusudur. Biz de mübarek selefimizin yolunu izleyerek kibir marazının tedavi yollarına bir bakış yapalım.
Kibirden korunup kurtulmanın başta gelen çarelerinden biri kibrin kötülüğünü hatırlayıp daima göz önünde bulundurmaktadır. Yüce Allah kibirli kimselerin sevmediğini Kitab-ı Kerim'in de açıkça beyan etmiştir. Bir mümin için Allah’ın sevgisini kaybetmekten daha büyük bir felaket olmayacağına göre kibirden korunup kurtulmak için kişi olanca dikkat ve gayretini ortaya koymalıdır.
Yine bir Ayet-i Kerimede Mevlayı Müteal kibirli kimseleri ayetlerinin anlama bahtiyarlığından mahrum bırakacağını haber veriyor. Ayet-i Celilelerin mana ve mesajlarından yana nasipsiz kalmak ne büyük bir mahrumiyettir. Bu bedbahtlığa mahkum olmamak için Allah'a ve ahiret gününe inanan bir Müslüman'ın her şeyden önce kibir hastalığına dur demesi, kalbini, gönlünü bu illetin bütün kırıntılarından büyük bir dikkat ve hassasiyetle arındırması gerekir.
Aleyhisselatü vesselam Efendimiz: “Kalbinde zerre miktar kibir taşıyan (ve bu halde ahirete giden) kimse cennetin kokusunu bile alamaz.” buyurmuşlardır. Diğer yandan kalbinde zerre kadar iman ışıltısı olduğu halde vefat eden kimsenin cennete gireceğini haber vermişlerdir. Demek ki kibir ile iman birbirine zıt olup, birinin olduğu yerde diğerinin barınması kabil değildir. Bu durum dahi ahiretini düşünen bir kimsenin kibrin en ufak kırıntısına bile tahammül edememesini gerektirir.
Şöyle bir söz var. “Kibirli kimse sarımsak yemiş kimseye benzer, herkes ondan uzak durmaya çalışır.” Buna göre kibir insanı yalnızlaştırmakta, böylece dünyada dahi insanın başına dert olmaktadır. Nitekim daha önce bahis konusu ettiğimiz bir Hadis-i Şeriften kibir sahibinin dünyada da maksadının zıttıyla cezalandırıldığını anlıyoruz. Şöyle ki kibir sahibinin gözü hep yukarıda oluyor. Ama o, hep alçaklarda yer buluyor, daima küçümseniyor, sürekli aşağılanıyor.
Bütün bu saydığımız sayamadığımız mazarraflar yan yana getirildiğinde veya üst üste konulduğunda kibrin ne kadar uzak durulması gereken bir maraza olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlayışa ulaşan insan da kibir alameti sayılan keyfietlerle amansız bir mücadeleye girecek ve binnetice İnşallah bu illetten kurtulmak bahtiyarlığına erecektir.
İmam-ı Birgivi merhum Tarikat-ı Muhammedî’yesin de diyor ki: Kula yakışan hiç kimseye karşı kibir taslamamaktır. O, bir cahile baktığın zaman “Bu kişi Allah'a cehaleti sebebiyle isyan etmiş, ben ise ilmim ile isyan ettim. Bu itibarla o, benden daha üst durumdadır.” demeli. Bir âlime baktığın zaman “Benim bilmediğimi bu âlim kişi benden daha iyi bilir. Ben nasıl onun gibi olabilirim.” diye düşünmeli. Yaşça kendisinden daha büyük birine baktığı zaman “Bu benden önce Allah'a ibadet ve taatte bulunmuştur.
Dolayısıyla ibadet ve hayırda benden ileridedir.” Demeli. Yaşça kendinden küçük birine rastladığı zaman “Ben bundan önce Allah'a çok isyanlarda bulundum. Binaenaleyh ben bundan daha günahkârım.” diye düşünmeli. Kendisiyle yaşıt olan birisiyle karşılaştığı zaman “Bu kendi halimi yakinen biliyorum. Fakat onun halini bilmiyorum. Malum olan şey meçhul olan şeyden tahkir edilmeye (kınanmaya, ayıplanmaya) daha çok layıktır. Binaenaleyh nefsim tahkir ve tenkidi daha çok layıktır.” Demeli. Bir bidatcı veya kafire rastladığı zaman “Gelecek zaman meçhuldür. Mümkün ve muhtemeldir ki o (bidatcı, kafir) ömrünün sonunu iman ile kapatır. Bende nauzübillah onun şu andaki hali üzere ömrümü nihayetlendirmiş olabilirim.” diye düşünmeli. (Devam edecek...)