Süreyya SALTIK

Süreyya SALTIK


KİBİR MARAZININ TEDAVİSİ NASIL OLUR? (2)

31 Ocak 2017 - 16:37

Bir köpek veya domuza baktığı zaman “Bunlar Allah'a İsyan etmemiştir. Bunlara ne azarlama, ne de hesap var. Ama ben Allah'a isyan ettim ve ediyorum. Dolayısıyla da iki cezaya da müstahakım.” diye düşünmeli ve bütün himmetini, dikkat ve gayretini kendi nefsine çevirmeli, kalbi, nefsi ayıplarıyla meşgul olmalı. Gelecek ve akıbet endişesiyle kalbini meşgul edip, başkalarının ayıplarıyla uğraşmaya fırsat verdirmemelidir.
Mesnevî-i Nuriye’den bir iktibas ile mevzuyu bitirelim. Ye’se (ümitsizlik) düşen adam azaptan kurtulmak için istinad edecek (dayanacak) bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki bir miktar hasenat ve kemalatı var. Hemen o kemalata bel bağlar, güvenir ve der ki “Bu kemalât beni kurtarır.” Ve bir derece rahat eder. Halbuki amele (hayırlı işlerine) güvenmek ucüpdür. İnsanı dalalete (hidayet çizgisinin dışına) atar. Çünkü insanın yaptığı kemalatta ve iyiliklerde hakkı yoktur.
 Kemalat ve iyilikler mülkü değildir. Onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eseri sanatı değildir. (Varlık sahasına gelmesine de varlığının devam etmesinde de tamamen Cenab-ı Hakk’a muhtaçtır.) O vücudu yolda bulmuş değildir. Lakita (buluntu) olarak da temellük etmiş (mülk edinmiş) değildir. Yani kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir.
Ancak o vücut, garip sanatın ve acip (hayret verici güzelliğe sahip) nakışların şehadetiyle bir Sani-i Hakim’in (her şeyi yerli yerinde ve son derece sanatkarane bir şekilde yaratan yüce Allah'ın) dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hanedir. İnsan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tanesi insana aittir.
 Ve keza esbap içerisinde en eşrefi ve en kuvvetli ihtiyar sahibi insan iken ef’al-i ihtiyariye (insanın kendi isteğine ve tercih etmesine bağlı olarak yaptığı zannedilen davranışlar) namıyla kendine mal zannettiği ef’al-in ekl ve şurb (yemek içmek) gibi en adi işlerin husulünde (gerçekleşmesinde) yüz cüzünden ancak bir cüzü insana aittir. (Yemek içmek gibi en çok insanın istemesine bağlı olarak gerçekleştiği düşünülen fiiller de bile insanın hissesi ancak yüzde bir gibi çok cüzi iyi bir hissedir.)
 Ve keza insanın elindeki ihtiyar (seçim gücü ve kapasitesi) pek dardır. Havasının (duygularının) en genişi hayal olduğu halde, hayal aklı ve aklının semerelerini (meyvelerini) ihata edemez (kuşatamaz) bunlar, bu kadar büyük iken bunları nasıl daire-i ihtiyarına alıp onlarla (yaptığı ibadet ve iyiliklerle) iftihar ediyorsun. Ve keza şuuri olmaksızın (farkında olmadığın halde) senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuuri oldukları halde (yerli yerinde ve hikmete rahmete karin olarak gerçekleştikleri halde) şuurun taalluk etmediğinden anlaşılıyor ki o fiillerin faili (gerçekleştiricisi) bir sani-i zi şuurdur. (Her ne yaparsa yaptığını bilerek yapan bir sanatkardır.) Ne sen failsin ne de senin esbabın.
Binaenaleyh malikiyet davasından vazgeç. (Yaptıklarında kendine hak etmediğin, hakkın olmayan payeler vererek, iftihara yönelmekten vazgeç.) Kendi mehasini kemalata mastar olduğunu zannetme. (Kemalata kanatlandıran güzel davranışların kaynağı olarak görme kendini.) Ve kat’iyen bil ki senden yine sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü sui ihtiyarınla sana verilen kemalatı tağyir ediyor (değiştirip bozuyorsun.) Senin hanen hükmünde olan cesedin sana emanettir. Senin mehasinin (güzel davranışların) hep mevhibedir. (Lütufen verilmiş hediyelerdir.) Seyyiatın meksubedir. (Kötülüklerin bizzat kendi kazancındır.)
Binaenaleyh “lehül mülkü ve lehül hamdü vela havle vela kuvvete illa billah” “mülk de malikiyet de onundur. Hamd dahi ona mahsustur. Hem iyilik yapmak da, kötülüklerden kaçınmak da ancak Allah'ın yardım etmesiyle mümkün ve müyesser olur.” De!
 Selam ve dua ile…

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum