21. Yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız şu günlerde dünyanın önemli aktörlerine ve bu aktörlerin ortaya koyduğu siyasal, stratejik ve sosyolojik eylemlere baktığımızda Amerika’dan Avrupa’ya dünyanın hemen her yerinde değişim rüzgârlarının estiğini görüyoruz.
1970’lerdan 2000’lere doğru uzanan küreselleşme fırtınasının etkisinin azaldığı tezi artık dünyada tartışılan ve konuşulan sıcak bir konu haline geldi. Küreselleşmenin etkisinin azalması dünyada yükselen milliyetçilik ve son günlerde gündeme gelen vatanseverlik çağı gibi kavramların tartışılmasına ve detaylı bir şekilde irdelenerek gündeme taşınmasına neden oldu.
“Çin’in Yükselişi Batı’nın Küreselleşme Anlamında Yeni Tedbirler Almasını Gerekli Kılıyor”
1990’lı yılların başlarında iki kutuplu dünya sisteminin sona ermesiyle birlikte, birçok sosyal bilim insanın diline pelesenk olan moda bir tabirle dünyanın artık “küresel bir köy” haline geldiğinden söz ediliyordu. Bilindiği üzere küreselleşmenin o yıllarda en önemli temsilcisi ve ihracatçısı Amerika Birleşik Devletleri’ydi.
ABD şirketleri bu yeni değişim algısını kullanarak dünyanın her yerinde kendilerine yeni mevziler ve ticari alanlar elde ediyorlardı. Ancak, bugün özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı son konuşmasından sonra “Globalizasyon”un (Küreselleşme) yerini “Patriyotizm”in (Vatanseverlik) aldığını ifade etmesiyle ABD’nin o anlamda bir paradigma ve stratejik değişikliğine gireceğinin sinyalini vermiş olmuştu.
Bu durum, küreselleşmenin lider ülkesi ve en önemli temsilcisi olan ABD’nin artık yavaş yavaş içine doğru çekileceğini bize gösteriyordu. ABD Başkanının bu yönde bir açıklama yapması küreselleşmenin sonunun artık geldiği tartışmalarına neden oldu. Bu duruma bakacak olduğumuzda; başka bir küresel ekonomik gücün ortaya çıktığını ve önlenmesi zor bir şekilde yükseliyor olduğunu, her türlü ticari ürünü dünyanın her bir noktasına ulaştırabilen bir ülke olan “Çin”i görüyoruz.
Dolayısıyla, Çin’in mal ve emtia anlamında dünyanın her yerine hizmet verebilmesi ve teknolojik anlamda da Batı dünyası ile rekabet edebilir bir seviyeye gelmesi ABD başta olmak üzere Batı’nın küreselleşme anlamında yeni tedbirler almasını gerekli kılıyor. Bu durumda önümüzdeki süreçte çok yoğun bir şekilde Çin’in tartışılacak olduğu ortada olan bir realitedir. Çünkü günümüzde küreselleşmenin en büyük savunucularının başında artık Çin gelmektedir. Diğer yandan Ulus devlet ve milliyetçiliğin karşısında yine Çin durmaktadır. Dünyada Üstlenilen roller el değiştirmiştir.
Yine stratejik olarak baktığımızda, küreselleşme devam ediyor ve tam olarak bittiğini, kısa zamanda biteceğini söyleyemeyiz. Özellikle sosyal medya ve internet gibi bir olgu önümüzde varken, Kanımca küreselleşmenin artık bu boyutunun tartışılması gerekmektedir. İnternet ve sosyal medya aracılığıyla paylaşılan her şey, dünyanın öbür ucunda birileri tarafından karşılık buluyor ve görülüyor, etkileşim gerçekleşiyor.
Hatta bazı algoritmalarla bireylerin neden hoşlandığını, hangi siyasi ve ticari tüketim eğilimlere sahip olduğunu ortaya çıkarıp başka bir ülkenin siyasi eğilimlerini ve ticari faaliyetlerini dahi etkiler konuma gelinebiliyor. Bu duruma örnek olarak, son ABD başkanlık seçimlerinde online yöntemlerle Rus’ların seçimlere karıştığı ve seçmenleri etkilediği iddiası verilebilir.
İlaveten ABD’nin artık bilgi teknolojileri üreten firmalar dışındaki küresel şirketlerini kendi ülkesine çekmeye başladığını görüyoruz. Ve yine ABD küresel birçok şirketini ülkesine çekmesine rağmen bilgi teknolojileri alanındaki şirketlerini de daha da küreselleşecek bir noktaya doğru itiyor. Bu durum bir çelişkiyi bize gösteriyor. (Devamı yarın…)