Franklin D. Roosvelt 1933 senesinde, başkan olduğunda, 1920'li yıllardaki şirketlerin aşırılıkları, depresyon ve bunun neticesi olarak işçilerin, çiftçilerin, yaşlıların, kadınların ve diğerlerinin durumları politik ve kültürel bir radikalizm dalgası meydana getirdi.
Roosvelt, dramatik bir hareket olmaksızın bu radikalizmin hükümet yapısına tamamen egemen olabileceğinden endişe etti ve sistemi korumak, sosyal ve düzenleyici reformları gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Kongre'nin, piyasa güçlerinin tek başına yerine getiremediği anlaşılan ekonomık güçlenmeyi başarmak için hükümete daha aktif bir rol oynama yetkisi veren National lndustrial Recovery Act'in (NIRA: Milli Sanayinin Güçlendirilmesi Kanunu) geçirmesi önemli bir gelişmeydi.
Yüksek Mahkeme 27 Mayıs 1935 tarihinde, hükümetin asgari ücret standartlarını belirleyemeyeceğine hükmetti ve NlRA'yı iptal etti. Bu karar, yüzyıllık Yüksek Mahkeme'nin iş ve şirket çıkarlarını sivil veya insan haklarının üstünde tutması geleneğini devam ettirdi. Yüksek Mahkeme'nin NlRA'ya ilişkin kararı, öfkelenen Roosvelt'i radikalleştirdi ve Amerikan kurumlarının tamamının reformuna yönelik taahhüde yönelmesi için motive etti. Roosvelt, tekelleri, kartelleri dağıtmayı, ticari ve mali piyasalarla ilgili düzenlemeleri güçlendirmeyi, işçi ve çalışanların hakları için daha güçlü garantiler sağlayan mevzuat için gayret göstermeye koyuldu. Kamu istihdamı için programlar başlatıldı ve sosyal güvenlik ağı uygulamaya konuldu.
İntikam duygusuyla Roosvelt, Yüksek Mahkeme'ye de saldırdı ve üye sayısını kendisinin seçtiği üyelerin atamasıyla artırmaya çalıştı. Mahkeme'nin elini bağlamaya yönelik çabaları boşa gitti, ancak bu çabalar hakimler üzerinde farklı bir etkiye yol açtı ve büyük çoğunluğu, ilerici girişimleri desteklemeye başladı. Sonuçta, Roosvelt'in uzun başkanlık dönemi kendisine Mahkeme'nin dokuz üyesinden yedisini atama yani liberal bir biçime dönüştürme olanağı verdi. Bu Richard Nixon'un, başlardaki iş dünyası taraftarı görüntüsü kapsamında Mahkeme'yi yeniden şekillendirmeye başladığı 1970'li yıllara kadar devam etti.
II. Dünya Savaşı hükümete, ekonomik işlerin idaresinde daha merkezi ve politik olarak kabul edilen bir rol verdi. Hükümet tüketim ve koordineli sanayi üretimi üzerinde kontroller koydu ve savaş çabalarını desteklemek üzere milli kaynakların ne şekilde dağıtılacağı konusunda karar verdi. Savaş gayretlerini finanse etmek üzere önemli ölçüde ilerici bir vergi sistemi, iyi ücretlerle tam istihdam ve güçlü bir sosyal güvenlik ağından müteşekkil bir kombinasyon servet dağılımından daha büyük hakkaniyet yönünde muazzam bir dönüşüm getirdi. 1929 yılında, ABD'de 20.000 milyoner ve iki milyarder vardı. 1944 yılı itibariyle, sadece 13.000 milyoner vardı ve hiç milyarder bulunmuyordu. En üstteki %0,5 ailenin sahip olduğu servet, 1929 yılında %24'ten, 1949 yılında %19.3'e düştü. Bu büyümekte olan orta sınıf ve işçi sınıfı arasından onların saflarına katılmak üzere yükselenler için büyük bir zaferdi.
1960'lı yıllarda ABD'deki kültürel isyan dönemi olan çoğulculuk yaygınlık kazandı. Yeni bir kuşak, çiçek çocuklar, yaşam tarzları, askeri endüstriyel yapı, askeri dış müdahaleler, çevrenin sömürülmesi, kadınların rolü ve hakları, medeni haklar, eşitlik ve fakirlik hakkındaki temel varsayımlara yüksek sesle meydan okuyordu. ABD şirket yapılanması, değerleri ve çıkarlarına bu açık tehdit nedeniyle ciddi şekilde sarsıldı. Bütün bunların en tehdit edici olanı muhtemelen gençlerin tüketim kültürünü terk etmesiydi. Bu kuşak, bolluğun aşırılıklarına isyan ettiği kadar fakirlik ve sömürmenin yol açtığı mahrumiyetlere karşı isyan etmiyordu. Yeni bir Amerikan kuşağının materyalizme bu şekilde karşı koyması, önceki kuşaklardan kızgın işçilerin yaşayabilecekleri bir ücret ve çalışma şartları istemesinden daha köklü biçimde sisteme bir tehdit oluşturuyordu.
NOT: Haftaya ÇOĞULCULUĞUN ÇIKIŞI VE İNİŞİ - 2