Bu son ayette, bir peygamberin en önemli vasıflarının sıralandığını görüyoruz: “Her şeyden önce peygamberler Allah tarafından kendilerine ve kendilerinden önceki peygamberlere gönderilmiş bir delile yani vahye dayanırlar.
İkincisi peygamberler, ümmetlerine tebliğ ettikleri şeyleri her şeyden önce kendi nefislerinde yaşarlar; sözleri ile özleri, kalpleri ile amelleri birbirine uyar. Ümmetlerine tebliğ ettiklerine muhalif davranmazlar.
Üçüncüsü peygamberler birer ıslahatçıdır; onların görevi, yapmak, düzeltmektir; iyiliğin hâkim olması, insanların doğruya ve iyiye yönelmesi için elinden geldiğince çaba göstermektir.
Dördüncüsü, peygamberler, sadece Allah’a güvenir ve dayanırlar; başarının, yalnız Allah’tan geldiği hususunda hiçbir şüpheleri olmaz; bu sebeple de Allah’tan başka hiçbir kuvvete ve desteğe sahip olmasalar bile, yine de ümitsizliğe düşmezler.
Bu çerçevede Medyen ve Eyke Halkına gönderilen Hz. Şuayb: “Benim sizin üzerinizde hiçbir gücüm yok. Size yapsam yapsam iyi niyetli bir kişi olarak tavsiyede bulunabilirim, tebliğimi kabul ya da reddetmek size kalmış bir şey. Nasılsa bana değil, Allah’a hesap vereceksiniz; dolayısıyla Allah’tan korkun ve gerçekten mümin seniz fesatçılıktan vazgeçin” diyordu.[1]
Hz. Şuayb şöyle diyordu: “Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh Kavmi’nin veya Hud Kavminin yahut Salih Kavi’nin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lut Kavmi de Sizden uzak değildir.”[2] Yani onlar da sizin zamanınıza yakın bir zamanda helak oldular. Dolayısıyla helak olanların zamanca size en yakını onlardır. Ya da küfürde, kötülüklerde ve helaki gerektiren şeylerde sizden uzak değillerdir. Bu sebeple helak oldular. Onlardan ibret almalısınız.
Ankebut Suresi’nde de: “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (elçi olarak) gönderdik. Böylece dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin ve ahiret gününü umut edin ve yeryüzünde bozgunculuk olarak karışıklık çıkarmayın. Ancak O’nu yalanladılar, bunun üzerine onları amansız bir sarsıntı yakalayıverdi, böylelikle kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar”.[3]
[1] Komisyon, 2012, Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meali, TDVY, 218.
2 Hud, 11, 89.
3 Ankebut, 29, 36–37.