Farz bir ibadet olan zekatın önemli noktalarına Prof. Dr. Mehmet Demirci kardeşimiz bir yazısı da şöyle değinmiştir:
“Bilindiği gibi İslâm'ın şartlarından biri de zekâttır. Belli ölçüde maddî varlığa sahip olan Müslümanın, malının ve parasının kırkta birini (yüzde iki buçuğunu) her yıl zekât olarak vermesi gerekir. Bu zorunlu olan ibadettir. Onun dışında, her seviyeden insanın kendisinde bulunanı başkasıyla paylaşması, hep verici durumda olması daima tavsiye edilmiştir.
Sözlükte zekâtın bir anlamı da "temizlik" demektir. Kişinin kazandığı ve sahip olduğu malın belli bir miktarını ihtiyacı olanlara vermesi, insanı maddeten ve manen temizler. Kur'an'da zekât namazla birlikte anılır. Mal canın yongası olduğundan, namazla canını temizleyen, zekâtla da malını arındırmış, böylece ruhunu temizlemiş olur.
Şüphesiz mal, madde, servet, çeşitli dünya nimetleri çok cazip ve tatlıdır. Adetâ mıknatıs gibi insanı kendine çeker. Yani insan paraya tutkun ve düşkündür. Onun için çoğunlukla Allah'a değil paraya kul olma eğilimindedir. Maddenin aşağıya çekip kendine bağladığı insan yukarıya çıkamaz, mânevi âlemlere yükselemez. Mal hırsı ile kirlenen ruh, kararan kalb ve zihin mânevi ve ahlâki gerçekleri göremez. İlâhî sırları ve hikmetleri kavrayamaz. Bunun için bir zihin temizliği, ruh arınması ve kalb tasfiyesi işlemine tâbi tutulması gerekir.
Her hastalık kendi cinsinden bir şeyle iyileştirilir. Madde ve mal düşkünlüğünden gelen hastalık, yine aynı yolla tedavi edilir. İşte bu sebeple elde bulunan malın veya paranın belli bir kısmının ihtiyaçlı olanlara verilmesi emredilmiştir
Zekât, kulun, serveti veren Allah'a karsı bir şükran borcudur. Bu kulluk bilincine ulaşmamış kimse için "vermek" ne kadar zordur! Öyle ya, niçin versin? Kendi çabasıyla biriktirdiği parasının veya babasından kalan servetinin az bir kısmını da olsa başkasına yahut da kamu hizmeti gören yerlere neden bağışlasın?
Zekât insandaki pintilik ve cimrilik gibi kötü huyları gidererek, onların yerine cömertlik, iyilik ve yardımseverlik gibi güzel huyları getirir. Eli sıkı kişiyi eli açık, tamahkâr insanı cömert yapar. İnsanı vermeye ve iyilik yapmaya alıştırır. Bunlar mânevi zenginliklerdir, kişiye en az maddi varlık kadar mutluluk verirler.
Karşılıksız vermek ve cömert olmak Allah'ın sıfatı, karşılık beklemek ve cimrilik ise insan nefsinin özelliğidir. Zekât veren veya yardımda bulunan kimse nefsin özelliğinden uzaklaşıp, Allah'ın sıfatına yaklaşır. Böylece "Allah'ın ahlakıyla ahlaklanarak'' yüksek erdem sahibi olur. Sonuçta mal ve paraya mahkûm olmaz, tersine onlara hâkim olur. Servetin hizmetkârı, malın kölesi ve dünyalığın esiri olmaktan kurtulur. Manevî ve ruhî özgürlük ve bağımsızlığa kavuşur”