Çok değil iki gün önce yakın bir arkadaşım annesini kaybetti. Bir hafta önce yine bir arkadaşım hem annesini hem de babasını üç gün arayla kaybetti. Yani toprağa verdi. Ama son kez dokunamadan, koklayamadan, vedalaşamadan. Evinden çıkıp bir çiçek bile koyamadı cenazesinin üstüne. Ayrı ayrı yerlerde kardeşler birbirlerine sarılamadılar. Onların acılarını paylaşacak kimsesi olmadı.
Neden mi?
Evet, doğru tahmin, Covid 19 yüzünden.
Kayıplarının akşamında bir mesaj geldi telefonuna; “19 Nisan 2020- Vefat sayısı…”
İçinde annesinin de olduğu o kocaman kocaman rakamlar, önce gözlerinde, sonra dudaklarında, sonra kulaklarında, sonra ciğerlerinde büyüdü. Kalbine artık sığmaz oldu. Hıçkıra hıçkıra çıkarmaya çalıştı içine sığmayan o koca koca rakamları…
Telefonda teselli etmek de imkânsız dostlarının acısını. Bir kamyon dolusu yürek sızısı kalıyor içinde her seslenişinde. Ne söylenir, ne konuşulur o an unutuyorsun. Senin anan, senin baban gibi kanıyor gün… Düğüm düğüm boğazını yırtıp geçecek gibi bir anı geliyor diline, susuyorsun.
Ve o mesajlardaki, haberlerdeki, sosyal medyadaki vefat sayısı karşısında yazan ”sayılar” cenaze yakınını acıtırken diğer insanların alışmışlığı olmaya başlıyor.
Daha duyarlı olabilecek kadar insanız bu memlekette. Birilerinin anası, babası, evladı, eşi, dostu bu illet yüzünden toprağa girerken, o cenaze sahibi bu kadar kimsesiz, bu kadar naçar, bu kadar çaresizken bir tek rakamlarla açıklanan verilerden, rakamlardan, yaş ortalamalarından ibaret olmasın insan hayatı. Mesela bu kadar rahat sorulmasın “Bugün kaç kişiymiş?” Soruları… O ‘kaç’ın karşısındaki sayı, sevdiklerini ya da okuyanın, soranın canını içine almadan bilinçlensin artık insan dediğimiz düşünebilir canlı.
Ve o yitip giden insanların hikâyelerinden bir nebze olsun hayatın içinde.
Ölümün rakamla eşdeğer olmadığı bir dünya mutlaka var.