Herhangi bir oluşumun kendi değerlerine ait olduğunu anlatan her dilde, her memlekette kendine has ifadeler vardır. Mesela İngilizcede ve Almancada national gibi…
Türkçede bu ifade ‘milli’ kelimesiyle hayat bulur. Bu kelimeyi gördüğümüzde aklımıza hemen bize ait olan bizim değer yargılarımızdan oluşan, hiçbir dış etkenin dâhil olmadığı bir oluşumdan söz ederiz.
Mesela ‘milli takım’ deyince tüm oyuncularının bize ait olduğunu anlarız. Lakin geleceğimizi yönlendiren bazı milli değerlerimiz var ki; Millilik sadece isminden ibaret, buna en güzel örnek ‘milli eğitim’ sistemidir.
Bir toplumun var olmasının, ileriye dönük hedeflerini hayata geçirebilmesinin, genç nesillere ufuk verip, toplumun geleceği adına heyecanlandırabilmenin yöntemi olarak eğitimin milli olmasının şart olduğunu herkes bilir.
Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Amerikan ve İngiliz mandacı eğitimin yerini milli görünen ama aslında hiç alakası olmayan kadrolara terk edildiği görülmektedir. Bu kadrolar önceki mandacı eğitimi aratmayacak şekilde eğitimin kılcal damarlarına kadar yerleşmişti..
Bu kadrolar bizden gibi göründü ama Milli Eğitimin boş nesiller yetiştirmesi için projeler üretti, kitaplar yazdı ve eğitimciler yetiştirdi. Eğitimin her alanına yerleşmiş olan bu kadrolar (eğitim bürokrasisinden, öğretmenine kadar) toplumumuzun gözünde devlet okullarını itibarsızlaştırma çabasını başarmış oldu.
Amaçları bir toplumun idaresini ve istikbalini çalabilmenin eğitimden geçtiğini çok iyi bilmeleri ve iyi organize olmalarıydı. İdarecilerimiz başta olmak üzere toplumumuzu o kadar güzel inandırdılar ki bu insanlara çocuklarını teslim etmek için sıraya girdiler.
Onlar ise kendilerinin ne kadar başarılı bir iş yaptığını ortaya koyabilmek için Milli Eğitim'in içerisindeki bürokrasiye yerleşerek Milli Eğitim'in boş işlerle uğraştığını, insan yetiştiremediğini anlatabilmek için eğitimin içeriğini boşalttılar.
Dolayısıyla onların dershanelerine ihtiyaç duyulmaya başlandı. Onların ortaya koymuş olduğu yardımcı kaynak kitaplara ve onların eğitimcilerine sanki olmazsa olmaz gibi bakılmaya başlandı. Çocuklarımızı onların eline teslim etmek sanki bir erdemmiş gibi algılandı. Bu oyuna devletimizin onlarca yıl en üst kademeleri de dâhil olmak üzere toplumumuz çok güzel bir şekilde inandırıldı.
Toplumumuzun samimiyetle, saflıkla inandığı dinini kullanarak ve hatta meyhane şarkılarının söylendiği sözde Türkçe Olimpiyatları'na peygamber (sav) efendimizi bile getirebildiler. Kendilerinin ne kadar müstesna ve seçilmiş bir topluluk olduğunu toplumun her kademesine inandırdılar.
Hülasa bir toplumu ele geçirmenin yönteminin eğitimden geçtiğini bilen bu kadrolar kendilerince vazife edindikleri işleri yapmayı başardılar. Allah'ın rızasını kazanmak yerine dünyalık hedefleri için Allah'ın adını kullanarak ulaşmaya çalışmanın yanlışlığını acı bir tecrübeyle öğretmiş oldu. Bu kadroları ve etkilerini söküp atmak zaman alacağa benziyor.
Bundan sonra devlet kademelerinde kadrolaşmaya çalışan her türlü cemaatin dikkat etmesi ve cemaatçi değil ümmetçi düşünmenin gerektiğini de bizlerin gözünün önüne sermiş oldu. Artık ders alınmış olması ümidiyle diyebiliyorum ki, bu milletin ufku olan gençlerimizi milliyetçi değil milletçi, cemaatçi değil ümmetçi yetiştirmek zorundayız.
Eğitim bürokrasisindeki ve tabanındaki bütün kripto yerli ve yabancı unsurları mutlaka temizlemek zorundayız. Altını çizerek söylüyorum bizdenmiş gibi görünen bütün yerli ve yabancı unsurları…