Şimdi kimin ne dediğine ne diyeceğine bakmadan yazarsak, ve söylersek yüreğimizden ve kitabın içinde geçenleri “işte o zaman derim ki” bu gün bizler “yani insanlık, yani ümmet” yani kadınlar çocuklar şehirler şehirlerde evler anneler ne çekiyorsa, başına hangi sıkıntı geliyorsa, hangi bela ile karşılaşıyorsa insan ve insanlık ve ülkeler bilelim ve inanalım ki, O’nu “yani Kureyşli kadının oğlunu” dinlemeyişimizden O’na kulak vermeyişimizden, O’nu kendimize örnek almayışımızdandır.
Daha kötüsü O’nu dinlemek, O’na kulak vermek, ve O’na uymak yerine “içimizden çıkan” ve kendi çıkarlarından, kendi geleceklerinden çocuklarının ve ailelerinin geleceğinden, makamlarından şöhretlerinin devamlı olmasından başka bir şey düşünmeyen, kendilerine servet şan ve şöhret edinmeden başka bir şey düşünmeyen, yalnız kendilerini akıllı ve yalnız kendilerini iman etmiş sayan, ve ahaliye kendilerini bir kurtarıcı gibi takdim eden adamlara “daha çok önem verdiğimiz” onları kıymetli hale getirdiğimiz, hatta onları kutsadığımız için “Kureyşli kadının oğlu yerine” onların dediğini önemsediğimiz ve hayatımızı onların dediklerine göre tanzim ettiğimiz için gelmiştir başımıza hangi sıkıntı gelmişse, hangi bela ile karşılaşmışsak.
Bugün yaşadığımız bu kentler, bu sokaklar içinde oturduğumuz evler “bu kadar ruhsuz ve kalpsizse” içinde nefes alamıyorsak eşimizin elini tutarken mutlu olamıyorsak, çocuklarımıza yeterince sevgi dağıtamıyorsak, ve huzurumuz yoksa “bilelim ki” Kureyşli kadının oğlunun öğrettiklerini evimize sokmadığımız hayatımıza sokmadığımız içindir.
KUREYŞLİ KADININ OĞLU: Yani Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V), kitabı bize tebliğ edip öğreten, dinin nasıl yaşanacağını hayatıyla öğreten, insan sevgisinin nasıl olduğunu öğreten, yoksulara nasıl yardım edilmesi gerektiğini hem söyleyen hem de kendi yaptıklarıyla öğreten, kadınlara nasıl davranılması gerektiğini hem diliyle söyleyen hem de yaşantısı ile gösteren, evlerimiz nasıl olması gerektiğini söyleyen, soframızı nasıl kurmamız gerektiğini söyleyen, komşularımıza akrabalarımızla arkadaşlarımızla eşlerimizle çocuklarımızla ilişkimizin nasıl olması gerektiğini en ayrıntılı şekilde öğreten Muhammed Mustafa (S.A.V). (binler selam olsun)
Hani O’ Medine de kendini ziyarete gelen yabancı elçilerin “kendisinden” çekindiklerini ürktüklerini belki de korktuklarını görünce “çekinmeyin ürkmeyin tedirgin olmayın” zira ben “Muhammed Mustafa (S.A.V)” Kureyşten karnını kuru ekmek yiyerek doyuran bir kadının oğluyum.
Tarihin hiçbir döneminde böyle bir devrimciye rastlanmamıştır. Ve tarihin hiçbir yerinde “hiçbir devrimci” bu kadar açık sözlü ve yiğit duruşlu olmamıştır. Ve yine tarihin hiçbir döneminde hiçbir devrimci insanları bu kadar sevmemiş, ve yine insanlara bu kadar yakınlık göstermemiştir.
Ve işte bu gün insanlık ve özellikle ümmet, yani kendini Müslüman diye tanımlayan bizler Muhammed Mustafa’nın (S.A.V) öğretisine sırt döndüğümüz, O’nun dediklerine kulak vermediğimiz, hayatlarımızı O’nun dediği gibi tanzim etmeyişimiz, ve evlerimizi Muhammedi bir yaşayışa göre tanzim etmediğimizden “en küçük fırtınalar da bile” savrulup duruyoruz sağa sola, ne sağımız belli, ne solumuz, ne “ne kadar Müslüman oluşumuz” sadece kendimizi kandırıyoruz iyi adamlardanız diye.
O Muhammed Mustafa ki (S.A.V): Bir insan “kendisi için istediğini başkaları içinde istemediği müddetçe gerçek anlamda Allah’a iman etmiş olmaz” der
O Muhammed Mustafa Ki (S.A.V): “Komşusu açken kendisi tok sabahlayan bizden değildir” der. O Muhammed Mustafa ki: Her insanın derdini kendine dert edinendir, her insanın acısını paylaşandır, ve kuşu öldüğü için üzülen bir çocuğa, başsağlığına gidip o çocuğu “üzülme” diye teselli edendir.
O Muhammed Mustafa ki (S.A.V): Evinde bir gün sonrasına ekmek yemek bırakmayandır, kendinden daha çok kardeşlerini “yani ümmetini” düşünendir, kadınlara en çok değer veren, çocuklarla oturup oyun oynayandır. Sevgiyi kutsal kılan, selamlaşmayı ibadet gibi görendir, insanlar bir birini sevsinler diye.
İsteyene verendir, kızı gelince ayağa kalkan kızının alnından öpen, ve kendi söküğünü kendi dikendir üşenmeden, ve kimseye bir şey demeden.
İşte ümmet O’nu örnek almadığı için, örnek almak işine gelmediği için, ve dünyaya tutunmayı bir marifet saydığı için başı beladan kurtulmuyor. Bir yarısı alabildiğine tokken ve israf içinde yaşarken, başka bir yarısı sefalet içinde açlık ve yokluk içinde kıvranmaktadır. Ama bilelim Muhammed’in bize öğrettiği dinde bunlar bizim yaşadığımız bizim anladığımız gibi değildir. Bunu demek içindir attığım çığlıklar beyaz adamların öfkesine rağmen.