Benim güzel yüreğim, sende biliyorsun dağlara, ve şehirlere sığmıyorum, sığmıyorum denizlerin koynuna, ve sığmıyorum karanlığın ortasına, ve şiirlerin sözlerine sığmıyorum, feryadı figan içindeyim sabahın önlerinde. Ve kimse dinlemiyor, kimse inanmıyor benim bu şehir için, bu şehirde olanlar için, ve yok olup giden eski evler, yok olup giden güzellikler, ve değerler için,yok olup giden topraklar, bağlar bahçeler için acı çektiğime.
Kimse inanmıyor yok edilen, işgal edilen dağlar için, tarumar edilen ormanlar, ağaçlar için, ve yok edilen kardeşlik için, çığlık attığıma, ve şiirler yazdığıma. Yok olan ve kirletilen denizler için ağıtlar yaktığıma, öyküler yazdığıma, ve her gece katilleri Rabbime şikayet ettiğime kimse inanmıyor, inanmak istemiyor. Ve kimse sesini yükseltip “sen ne diyorsun kardeş?” bile demiyor, ve şimdi ben yine, seninle konuşmak, ve seninle dertleşmek, ve seninle acılarımı paylaşmak, seninle yaralarımı sarmak istiyorum, benim yüreğim.
Onun için yüreğim, sen bari inan bana, sen bari yanımda ol, bu şehir de, sen bari içinde merhamet olan, insanlık olan, iyilik ve güzellik olan, hak hukuk olan masallar anlat bana, ve sen bari teselli et beni. Yoksa ben bu şehirde, bu günah yüklü sokakların ortasında, kocaman, kocaman binaların gölgesinde, ve sessizliğinde gecenin, kaybolup gideceğimi.
Kimseler işitmeyecek sesimi, ve kimse farkında olmayacak, yaralarımın bunca kanadığından, ve bunca ağladığımı kimse görmeyecek, ve çocukların böyle yok oluşu kimsenin umurunda olmayacak, ve kimse duymayacak kadın çığlıklarını pencere aralığından, geceleri yıldızların kararması, ağlamaları, “ey insanlar çok kötüsünüz” demeleri umurunda olmayacak mezar soyguncularının, ilgilendirmeyecek, kimseyi yaşamaya alışamayan yoksulların varlığı. Şimdi ben mi, çok deliyim, yoksa insanlar mı bunca duyarsız?
Onun için sen bari beni teselli et yüreğim. Bak gördüğümüz her kapalı kapı, bir yıkıntının, bir acının bir yoksulluğun, bir yok oluşun, bir ölümün habercisi gibi geliyor bana. Ve ben haksızlığa karşı, sustum diye, sesimi çıkarmadım şehri yakıp yıkanlara diye, oralı olmadım işgalcilerin yaptıklarına diye, ve sokakları bunca kirletenlere, denizleri bunca kirletenlere, dağları bunca işgal edenlere, ruhlarımızı karartanlara, ormanları bunca yakıp yok edenlere, sesimi çıkarmadım diye kendimi çok suçlu hissediyorum yüreğim.
Biliyorum “sesini çıkarsan seni kim takardı?”diyorsun. Olsun, ben sesimi çıkarayım da, ben haksızlık karşısında susmayayım da, varsın onlar yine bildiklerini yapsınlar, varsın onlar yine güç bizde desinler, varsın onlar yine kendilerini şehrin beyaz efendileri sansınlar, varsın onlar kendilerini ölümsüz sansınlar.
Bize yazmak düşer yüreğim, bize konuşmak söylemek düşer, bize hakkın, ve haklının yanında olmak düşer, bize mazlumun, yetimin, yoksulun, ve haksızlığa uğramışın yanında olmak düşer, bize şehirlerin, sokakların ve dağların, dağlardaki ormanların yanında olmak düşer. Ve bize sadece, doğruları söylemek düşer.
Zira yüreğim biz, dağların bile muhatap olmaktan çekindiği bir vahyin, kitabın ve ayetin muhatabıyız. Ve biz bu kitaba, bu vahye ve ayetlere sahip çıkacağımıza, onların aydınlığında yolculuk yapacağımıza, onlar ile amel edeceğimize, ölsek bile o kutlu yoldan ayrılmayacağımıza dair söz vermişiz, bizi yoktan var eden, ve bizi yine kitabı ile izzetli kılan Rabbimize.
Varsın, sıkıntılarımız olsun yüreğim, varsın darda kalalım, varsın yoksullardan diye hor görsünler bizi, ve varsın oturduğumuz bir köşemiz yok diye alaya alsınlar. Bize izzet, bize şeref, bize onur olarak Kur’ana tabi olmak, ve onun emrinde ve yolunda olmak, onunla amel etmek, en büyük izzetin İslam olduğunu bilmek, yeter bize yüreğim.
Sayın okuyucum: Kumdan kaleler yaptığımı bende biliyorum, ama hiç yapmamaktan iyidir diye böyle deli dolu sözler ile dolduruyorum bohçamı. İçinde sana yarayanlar varsa ne mutlu bana.
FACEBOOK YORUMLAR