72. Tarîkat “Hakk’a Varabilmek İçin Bir Yol Tuttum”
Hakk’a ermek için tutulan yoldur tarikat. Tarikat, menzilleri aşarak ve makâmlarda ilerleyerek Allah’a ulaşma yoludur. Allah’a ulaştırıcı yollar, yaratılmışların nefesleri adedincedir. Şeriat bilgileriyle kendi muhâkemesi çerçevesinde amel eden kişi, Kur’an ve sünnet yolundadır. Rasûlullah’ın (s.a.v.) kavlen, fiilen ve ikrâren sünnetlerine âzâmî derecede dikkat eder. Tarîkat, kılı kırk yararcasına azîmetle ameldir. “Bizim uğrumuzda mücâhede edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz.” Bu ameli kişiyi en büyük mükâfâta sevkeder.
73. En Büyük Mükâfât “Cennet ve Cemâlullâh Mükâfâtım”
Allah’ın, îmân ve salih amelleri karşılığında mümin kullarına cenneti va’detmesidir en büyük mükâfât. “Allah, iman edenlere ve salih amel işleyenlere şöyle vaad etmiştir: Onlar için mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir mükâfât vardır.” “Ben salih kullarım için ahiret azığı olarak hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmedik bir takım nimetler hazırladım. Allah’ın sizleri bu sözlerle muttali kıldığı şeyleri bir yana bırak. Bir de bunlardan başka onun sizleri muttali kılmadığı bir şey vardır ki, o en büyüktür.” Îmân edip sâlih amel işleyen, Allah’ın vadettiği cennete girer.
74. Cennet “Cennet Ebedî Yurdum”
Çeşitli nimetlerle bezenmiş olan ve müminlerin içinde ebedî kalacakları âhiret yurdudur Cennet. Cennetü’l-me’vâ (şehid ve müminlerin barınağı ve konağı olan cennet), cennet-i adn (ikâmet ve ebedîlik cenneti), dârü’l-huld (ebedîlik yurdu), firdevs (her şeyi kapsayan cennet bahçesi), dârü’s-selâm (esenlik yurdu), dârü’l-mukâme (ebedî kalınacak yer), cennâtü’n-naîm (nimetlerle dolu cennetler), el-makâmü’l-emîn (güvenli makam) gibi çeşitli cennetler vardır. “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine bakacaklardır” cenneti ise en büyük cennettir ve bu cenneti arar insan. Lâkin bu cennete ancak fenâdan sonra varılır.
75. Varlıkta Fenâ “Gözümün Önünden Kendimi Çektim”
Sıfatını görmeyenin hâlidir fenâ. Fenâ, günahların fâni olmasıdır. Kulun, fiilleri konusunda, Allah’ın emir ve yasaklarını hiçbir zorluk hissetmeden, tabîi olarak, nefsine harfiyyen kâim kılmasıdır fenâ. Fenâ, yaptığı hiçbir işi kendine menfaat temin etmek veya zararından korunmak için değil, başkaları için yapmaktır. Bu menzilde, daha önce mürşidinin talim ve terbiyesinde tembellik gösteren yolcu, kâmil mürşidinin ne kadar haklı olduğunu anlar. Çünkü fenâ bir hâldir, kitaplardan, satırlardan tahsil edilemez, sadırlara ihtiyaç vardır. Fenâyı, yani Hakk ile bâkî ve nefsinden fâni olmayı gerçekleştirmek ise mürşid-i kâmilsiz, şeyhsiz olmaz.