Kâinatın heyet-i mecmûasından gelen büyük ve küllî şehâdetin ikinci ka¬nadını isbat eden ikinci hakikat:
Bu mütemâdiyen çalkanan inkılâplar ve tahavvülâtlar içinde vücûdunu ve hizmetini ve zîhayat ise hayatını muhafazaya ve vazifesini yerine getirme¬ye çalışan mahlûkâtta kuvvetlerinin bütün bütün haricinde bir teavün haki¬kati görünüyor. Meselâ unsurları, zîhayatın imdadına.. hususan bulutları, ne- bâtâtın mededine.. ve nebâtâtı dahi hayvanâtın yardımına.. ve havyanât ise insanların muâvenetine.. ve memelerin kevser gibi sütleri, yavruların beslen¬melerine.. ve zîhayatların iktidarları haricindeki pek çok hacetleri ve erzakla-rı, umulmadık yerlerden onların ellerine verilmesi.. hatta zerrât-ı taamiye da¬hi hüceyrât-ı bedeniyenin tamirine koşmaları gibi teshir-i rabbânî ile ve istih- dam-ı rahmânî ile, hakikat-i teavünün pek çok misalleri doğrudan doğruya bütün kâinatı bir saray gibi idare eden bir Rabbü'l-âlemîn'in umumi ve rahî- mâne rubûbiyetini gösteriyorlar.
Evet, câmid ve şuursuz ve şefkatsiz olan ve birbirine şefkatkârâne, şu- urdârâne vaziyet gösteren muâvenetçiler elbette gayet Rahîm ve Hakîm bir Rabb-i Zülcelâl'in kuvvetiyle, rahmetiyle, emriyle yardıma koşturuluyorlar.
İşte kâinatta câri olan teâvün-ü umumî, seyyârâttan tâ zîhayatın âzâ ve cihâzât ve zerrât-ı bedeniyesine kadar kemâl-i intizamla cereyan eden muvâ- zene-i âmme ve muhafaza-yı şâmile.. ve semâvâtın yaldızlı yüzünden ve ze¬minin zînetli yüzünden ta çiçeklerin süslü yüzlerine kadar kalem gezdiren tez¬yin.. ve kehkeşandan ve Manzume-i Şemsiye'den ta mısır ve nar gibi meyve¬lere kadar hükmeden tanzim.. ve güneş ve kamerden ve unsurlardan ve bu-lutlardan ta bal arılarına kadar memuriyet veren tavzif gibi pek büyük haki¬katlerin büyüklükleri nispetindeki şehâdetleri, kâinatın şehâdetinin ikinci ka¬nadını isbat ve teşkil ederler. Madem Risale-i Nur bu büyük şehâdeti isbat ve izah etmiş, biz burada bu kısacık işaretle iktifâ ederiz.
Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mirac-ı imanî ile gâibâ- ne mârifetten hâzırâne ve muhatabâne bir makama terakki eden merak¬lı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki: "Fâtiha-yı Şerife'de başın¬dan tâ Ülji kelimesine kadar gâibâne medh ü senâ ile bir huzur gelip İSlji hi¬tabına çıkılması gibi biz dahi doğrudan doğruya -gâibâne aramayı bırakıp- aradığımızı aradığımızdan sormalıyız. Her şeyi gösteren güneşi, güneşten sormak gerektir." Evet, her şeyi gösteren, kendini her şeyden ziyade gösterir. Öyle ise şemsin şuââtı ile onu görmek ve tanımak gibi Hâlık'ımızın esmâ-yı hüsnâsıyla ve sıfât-ı kudsiyesiyle O'nu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.
Bu maksadın hadsiz yollarından iki yolu ve o iki yolun hadsiz mertebelerinden iki mertebeyi ve o iki mertebenin pek çok hakikatlerinden ve pek çok uzun tafsilâtından yalnız iki hakikati icmâl ve ihtisar ile bu risalede beyan edeceğiz.