Hem heyet-i mecmûa cihetinde, her güzde ve her baharda büyük bir âlem vefat eder ve taze bir âlem vücûda gelir. Ve o vefat ve hudûs, o kadar muntazam cereyan ediyor ve o vefat ve hudûsta, gayet intizam ve mizanla o kadar nevilerin vefiyâtları ve hudûsları oluyor ki; güya dünya öyle bir misa- firhânedir ki zîhayat kâinatlar ona misafir olurlar ve seyyah âlemler ve seyyar dünyalar ona gelirler, vazifelerini görürler, giderler.
İşte bu dünyada böyle hayattar dünyaları ve vazifedar kâinatları kemâl-i ilim ve hikmet ve mizanla ve muvâzene ve intizam ve nizamla ihdas ve îcad edip, rabbânî maksatlarda ve ilâhî gayelerde ve rahmânî hizmetlerde kadîrâ- ne istîmal ve rahîmâne istihdam eden bir Zât-ı Zülcelâl'in vücûb-u vücûdu ve hadsiz kudreti ve nihâyetsiz hikmeti, bilbedâhe güneş gibi akıllara görünüyor. Hudûs mesâilini Risale-i Nur'a ve muhakkikîn-i kelâmiyenin kitaplarına ha¬vale ile o bahsi kapıyoruz.
Amma imkân ciheti ise o da kâinatı istilâ ve ihata etmiş. Çünkü görüyo¬ruz ki her şey; küllî ve cüz'î bulunsun, büyük ve küçük olsun, arştan ferşe, zer- râttan seyyârâta kadar her mevcut, mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor.
• Hâlbuki o mahsus zâta ve o mahiyete, hadsiz imkânât içinde o hu¬susiyeti vermek...
• Hem suretler adedince imkânlar ve ihtimaller içinde o nakışlı ve fâ- rikalı ve münasip o muayyen sureti giydirmek...
• Hem, hemcinsinden olan eşhasın miktarınca imkânlar içinde çalka¬nan o mevcuda, o lâyık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek.
• Hem sıfatların nevileri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihti¬maller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnûa, o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek.
• Hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün olması nokta¬sında hadsiz imkânât ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdân, hedef¬siz o mahlûka, o hikmetli keyfiyetleri ve inâyetli cihazları takmak ve teç¬hiz etmek, elbette küllî ve cüz'î bütün mümkinât adedince ve her mümkinin mezkûr mahiyet ve hüviyet, heyet ve suret, sıfat ve vaziyetinin imkânâtı ade- dince tahsis edici, tercih edici, tayin edici, ihdas edici bir Vâcibü'l-vücûd'un vücûb-u vücûduna ve hadsiz kudretine ve nihâyetsiz hikmetine.. ve hiçbir şey ve hiçbir şe'n, O'ndan gizlenmediğine.. ve hiçbir şey O'na ağır gelmediğine.. ve en büyük bir şey, en küçük bir şey gibi O'na kolay geldiğine.. ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar sühûletle îcad edebildiğine işa¬retler ve delâletler ve şehâdetler, imkân hakikatinden çıkıp kâinatın bu büyük şehâdetinin bir kanadını teşkil ederler.
Kâinatın şehâdetini, her iki kanadı ve iki hakikatiyle Risale-i Nur eczala¬rı ve bilhassa Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözler, ve Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplar tamamıyla isbat ve izah ettiklerinden onlara havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kestik.